Meslek hayatım boyunca; toplumsal bilinci yaratmak, hükümetleri, iş dünyasını, bürokrasiyi, güç odaklarını uyarmak amacıyla yapılan çok sayıda eyleme tanıklık ettim. Bazı eylemler; insana ses olduğunda, çığlık olduğunda, sizi kendinizle ve dünyayla yüzleştirdiğinde anlam kazanır. Amerikalı fotoğrafçı Gregg Segal’in küresel kirliliğe dikkat çekmek için “7 Günlük Çöp” adlı projesi bence bu sesi duymamızı, kendimizle yüzleşmemizi sağlamıştı. Farklı sosyal çevrelerden gelen insanları bir haftalık çöpleriyle buluşturması, çevreye verdiğimiz zararı düşünmemiz açısından hayli önemli bir çalışmaydı.
Bir sanatçının eseri ile bir aktivistin eylemi arasında daima düşünsel bir tutarlılık vardır. Fakat son günlerde bazı çevre aktivistlerinin çevre sorunlarına dikkat çekmek için Van Gogh, Monet, Vermeer gibi sanatçıların eserlerini hedef alan saldırgan eylemlerini hiçbir yere oturtamıyorum. Sanki cehalet, altın çağını yaşıyor. Çünkü çevreci de olsanız sanat eserlerine saldırıp “yemek mi önemli sanat mı?” diye soran bir kuşak, gerçekte yaşamı, hayatın anlamını hiç kavrayamamış demektir.
***
Günümüzde çevre aktivisti bazı gruplar, en küçük zekâ kırıntısı göstermeyen bu tür eylemleri giderek tırmandırıyor. Mesela Just Stop Oil üyesi iki aktivist kadın, bir galeride sergilenen Vincent Van Gogh’un “Ayçiçekleri” tablosuna domates çorbasını döküp, ellerini tablonun altındaki duvara yapıştırırken, kadınlardan biri şöyle bağırıyordu: “Daha değerli olan nedir? Sanat mı yoksa hayat mı?” İşin ilginç yanı dünya medyası eylemin kendisini, amacını aşıp aşmadığını, sorudaki cehaleti ya da “ot gibi yaşamayı” tercih eden bir kuşağı sorgulamadan haberi “camla koruma altına alınan tablo zarar görmedi” diyerek geçiştirdi.
***
Kısa bir sessizlik sonrası çevre aktivistleri bu kez Claude Monet’nin “Saman Yığınları” adlı eserini hedef aldı. Monet’nin eserine patates püresi fırlatıp, ellerini yine duvara yapıştırdılar. İçlerinden biri şöyle seslendi: “İnsanlar donuyor, insanlar açlıktan ölüyor. Dinlemeniz için esere patates püresi mi atılması gerekiyor?” Medya eylemi yaratan düşünceden kaynaklı asıl tehlikeyi yine görmedi. Ne bu soruların ne de eylemin mantığını sorgulamadı bile. Çevreci bir hareketin vandallığını tartışmayınca, eylemler bu kez Johannes Vermeer’in ikonik “İnci Küpeli Kız” tablosuna domates çorbası dökmeye kadar uzandı. Vincent van Gogh’un “Otoportre”si, Gauguin’in bir tablosu benzer bir eylemden son anda kurtuldu. Artık bu eylemlerden kim nasıl ilham aldıysa, iş Fransız ressam Henri de Toulouse-Lautrec’in “Palyaço” adlı eserine kan sıçratmaya kadar vardırıldı.
İklim aktivistleri, protesto için Monet tablosuna patates püresi attı.
***
Sanat tarihi uzmanı Rhonda Reymond’a göre, kültürel miras yenilenemez. Bir tane “Mona Lisa”, bir tane “Parthenon” ve bir tane “Varşova Kalesi” var… Yani insan yaşamını korumakla bir insanın kültürünü korumak arasında bir seçenek yoktur. Her ikisi de korunmalıdır. Çünkü insanlar olmadan kültür, kültür olmadan toplum asla var olamaz. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’ye de sormak istedim. O da benzer düşünceleri dile getirirken şöyle dedi: “Bu eylemler bize gösteriyor ki, artık post modern çağın sınırına geldik dayandık. Eserler camla korunuyor olsa da bu tür eylemler intikam ya da ‘göze göz, dişe diş’ten de öte bir şey…”
***
Bir müzeyi ziyaret eden, bir galeride bir tablonun önünde durup “nefes” almaya çalışan insanlara aslında çevreye duyarlı olmadıklarını ya da dünyanın geleceğinden endişe duymadıklarını söyleyebilir misiniz? Gereksiz ve yersiz bir çabadır. Denize plastik, çevreye çöpünü, pisliğini bırakan milyonlara ulaşamayan bir çaba…
***
Biliyorsunuz; Damien Hirst, dünyanın birçok yerinde hayvan hakları savunucusu ve aktivistlerin hışmına uğramış bir sanatçı. On yıl önce sanatını 9 binden fazla kelebeğin ölümüne yol açarak icra edince ağır eleştirilere uğradı. Sosyal medyada “öldürmeyi meşrulaştırmak sanat mıdır? Hayvan öldürülerek sanat yapılabilir mi?” gibi sorularla protesto edilmişti.
Bugün tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Sanatı yok sayarak, çevre kurtarılmaya çalışılıyor. Bu nedenle çevre aktivistlerinin eserlerin üzerini kirletip, “Petrol bizi yoksullaştırıyor, sevdiğimiz her şeyi yok ediyor” şeklinde bildiri okumaları hayli ironik! Bir tablonun korunmasıyla mı daha çok ilgileniyorsunuz yoksa gezegenimizin ve insanların korunmasıyla mı?” gibi yönelttikleri soruların mantıksızlığını hiç söylemiyorum bile. Yaşamı korumakla bir kültürü korumak arasında bir seçenek olabilir mi? Elbette ikisini de koruyacağız… Her eylem varoluşumuzu anlamlandıran bir yaratıcılık ister, yoksa siz iki işi bir arada yapamıyor musunuz?