İsrail, Lübnan’a yönelik hava saldırılarını sürdürürken, 12 ülkenin ortak ateşkes çağrısı, Başbakan Benjamin Netanyahu’nun yine soğuk duvarına çarptı. Çünkü Netanyahu barış istemiyor. O’nun savaş çığırtkanlığı kendi kişisel ve siyasi tarihinin de bir özeti aslında. Öyle ki; Netanyahu’nun adı 30 yıl önce barış isteyen dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin’in öldürülmesine zemin hazırlayan kışkırtıcı eylemlerle de gündeme gelmişti. Ve o günden beri Netanyahu, İsrail’in ‘Derin Devlet’i olarak sahnedeki yerini koruyor.
Hikaye çok net. 1993’te Beyaz Saray’ın bahçesinde üç lider bir araya geldi. ABD Başkanı Bill Clinton İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat. Üç lider “kan ve gözyaşına yeter artık” diyerek el sıkıştılar. Oslo anlaşmasıyla bir barış sürecini başlattılar. Rabin’e göre Filistin direnişi, askerî bir tehdit değil, barışçıl çözüm gerektiren siyasi bir duruma işaret ediyordu.
***
Netanyahu o günden sonra perde arkasından faaliyet gösteren, gizli ve etkili bir yapı olarak, devletin stratejik kararlarını, güvenlik politikalarını ve yönetimini etkilemeyi amaçlayan derin devlet ideolojisiyle hareket etti. Aşırı sağcı bir partinin lideri olarak söylem ve eylemlerindeki aşırılık nedeniyle Rabin’in hayatını tehlikeye attığı gerekçesiyle İsrail iç güvenliği tarafından uyarılsa da kışkırtıcı söylemlerini sürdürdü. Barış karşıtı kitleleri mobilize etti. Barışı engellemek için radikalleri tetikçiliğe soyunması için cesaretlendirdi ve 1995 Ekim’inde Netanyahu’nun başını çektiği bir eylemde, Rabin’i hedef alan kalabalık bir grup, siyah bir tabut taşıyıp, ‘Rabin’e ölüm’ sloganları atacak kadar ileri gitti.
Bu eylemden bir ay sonra 4 Kasım 1995’te, Filistinlilerle barış inancını sürdüren Başbakan İzak Rabin öldürüldü. Rabin, katilinin Netanyahu’nun desteklediği aşırı sağcı hareketlerin etkisinde kalan milliyetçi İsrailli bir Yahudi olan Yigal Amir olduğunu bilmeden öldü. Ve iki halk yeniden patlayan bombaların, havaya uçurulan otobüslerin arasında çaresizliğe mahkum edildi.
***
İsrail-Filistin Oslo barış sürecinde oynadığı rolle dönemin en önemli diplomatik başarılarından birine imza atanlardan biri de ABD Başkanı Bill Clinton’dı. Rabin’in öldürülmesinden on gün sonra beyaz sarayda stajyer olan İsrail asıllı Monica Lewinsky hayatına girdi. Lewinsky ‘dokuz kez birlikte olduk’ dedi. Eşi Yahudi olan bir yayıncı telefon dinlemelerini ifşa etti. Orta Doğu barış çabalarındaki pozisyonu gölgelendi. Arafat ise yıllarca İsrail hapishanelerinde tutuldu. hastalandı, bırakıldıktan kısa süre sonra öldü. Medyada diş fırçası, kıyafet gibi eşyalarının üzerinde anormal düzeyde polonyum bulunduğu, zehirlendiği iddia edildi.
Sonuç olarak bir barış üç liderin kabusu oldu: Rabin 1995’te kendi ülkesinde ‘sırtından’ vurularak öldürüldü. Arafat şüpheli bir şekilde öldü. Peki gerçekte kim kazanmış oldu? Barış mı, yoksa çatışma politikalarından beslenen Netanyahu’yu yöneten gizli eller mi?
***
Şimdi en ileri savaş teknolojisine ve akıllı güvenlik sistemlerine sahip olmakla övünen İsrail’e 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği katliamdan Netanyahu’nun habersiz olduğuna, bu katliama göz yummadığına kim inanır? Hamas, demir kubbe, yer altı sensörleri, uzaktan kumandalı silahlar ve akıllı bariyerleri aşarken, İsrail ordusunun ruhu duymadı öyle mi!
Barış olmasın diye kendi ülkesinin Başbakanı’na tabut hazırlayıp öldürülmesine davetiye çıkartanlara göz kırpan Netanyahu, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek için kendi halkının katledilmesine de göz yumabilir. Kim bilir?