Depremle ilgili pek çok şeyi ezbere biliyoruz, ama olası bir depreme ne kadar hazırlıklıyız bilmiyoruz. Çünkü çözüm üretemiyoruz
Hatırlarsanız; bundan 21 yıl önce Körfez depremi, yerli ve yabancı bilim insanlarını birbirine düşürdü. İstanbul’da beklenen depremin zamanı ve şiddeti konusunda derin ayrılıklar yaşandı. Bazı deprem bilimciler İstanbul’da büyük depremin 10 yıl, bazıları ise 30 yıla kadar meydana gelebileceğini savundu. Bazıları depremin İstanbul’da değil, Anadolu’da olacağını söyledi. Şiddeti konusunda anlaşmazlık yaşanınca, bilim insanlarının ‘uzmanlık’ alanları dahi tartışma konusu edildi.
Öyle ki; o dönemde Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’nın sık sık basına demeç vermesi, televizyonlara çıkması konunun uzmanı olmadığı iddiasıyla kendi meslektaşları tarafından eleştirildi. Sismolog Prof. James Jackson, “Benim gördüğüm durum çok endişe verici boyutlarda. Yarın mı olur, 10 yıl sonra mı, 100 yıl sonra mı söylemek güç” dedi. Prof. Xavier Le Pichon, Prof. Celal Şengör, Doç. Dr. Tuncay Taymaz, “Bu yarın da olabilir ama 20-30 yılı geçmez. Biz yeni genç bir fay tespit ettik. Bu fay Marmara’dan geçen iki fayın ortasında. Biz bu fayın kırılacağını tahmin ediyoruz” yönünde görüş bildirdi. Prof. Dr. Naci Görür ve Prof. Dr. Aral Okay ise İstanbul depreminin beklendiğini, ancak Marmara’dan geçen iki fayın ortasında bir fay bulunduğu görüşüne karşı çıktı.
Yıllar geçti
Bu tartışmalar hep aynı üslupla, farklı düşüncelerle yıllara yayıldı. Ve hemen her yıl İstanbul’da olası büyük bir depreme karşı tarihi eserlerin bakım ve onarımları gündeme getirildi. Mesela tarihi eser sayısı 40 bin olan İstanbul’da, depreme karşı bazı tarihi binaların restorasyon ve güçlendirme çalışmaları şart denildi. 2001’de Yerebatan Sarnıcı’nı ayakta tutan devasa 336 adet Roma sütununun 40’ının çatladığı söylendi. Aradan yıllar geçti; 2007’de sarnıçtaki çatlaklara neden olan etrafındaki çirkin binaların ortadan kaldırılmasına karar verildi.
Aradan bir 11 yıl geçti. Bu kez de 2018’de 1999 depreminin risklerini ve sonuçlarını dikkate alarak bugün İstanbul’da 21 ünitede, 176 ayrı tarihi eserde güçlendirme ve bakım çalışması sürdürülecek denildi. Üstelik bu eserlerin her biri öncelikli olarak yerli ve yabancı uzmanlarla iş birliği yapılarak deprem karşısındaki durumları, taşıdığı risklerin tespit edildiği, bu riskler doğrultusunda bir sıralama yapıldığı ve bu sıralama esas alınarak projelendirme, uygulama ve güçlendirme çalışmalarının başlatıldığı, tabanından çatısına varıncaya kadar bir bütünlük içinde elden geçirildiği açıklandı.
Her şey aynı
Aynı tartışmalar devam ediyor: Prof. Dr. Naci Görür, İstanbul’da beklenen olası deprem için “En az 7.2 civarında gerçekleşmesi muhtemel depremin eli kulağında” derken, Prof. Dr. Ahmet Ercan tam tersini söyledi. O, bu deprem için 2045 hatta 2050 yılına kadar beklemek gerekiyor düşüncesinde.
Son 7 yılda, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü envanterine kayıtlı yaklaşık 86 bin eserin bakım ve onarımı yapılsa da 1500 yıllık bir Sarnıç hâlâ “yıkıldı, yıkılacak” tarzında gündemini koruyor. Sonuçta 21 yıldır aynı konuları daha da önemlisi sorunları aynı şekilde yazıp çiziyoruz.
Mazeretlerimiz hep aynı. Hantal bürokrasiden malzemeden çalan müteahhitlere, çürük raporlarına rağmen binaları terk etmeyen vatandaşlardan, “yapıyoruz yapacağız” diyen yerel yöneticilere kadar her şeyimiz aynı. Bu esnada başardığımız tek şey şehrin bütün silüetini bozmak oldu.
Bunda bilim insanlarının, medyanın, ilgili bakanlıkların ve yerel yönetimlerin de payı var. Depremin ne zaman, nerede, kaç şiddetinde olacağını, hangi fayın kırılacağını ya da felaket senaryolarıyla ne kadar binanın yıkılacağını ezbere biliyoruz, ama olası bir depreme ne kadar hazırlıklıyız bilmiyoruz. Yıkılacak tarihi yapılara güçlendirme şart diyoruz, ama yapılıp yapılmadığını takip etmiyoruz. Soruna 21 yıldır yanıt veremiyoruz. Çünkü çözüm üretmiyoruz.