“Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. Ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. Isınma gereksinimi onları bir kez daha biraraya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır. Fakat iç ısısı yeterince fazla olanlar sıkıntı ve kızgınlık yaratmamak veya hissetmemek için toplumdan kaçacaktır.”
1788-1860 yıları arasında yaşamış Alman filozof ve düşünür Arthur Schopenhauer’ea ait bu yaklaşım... Schopenhauer, felsefe tarihinde irrasyonalist ve karamsar olarak bilinir. En ünlü yapıtı henüz 30 yaşına varmadan yayınladığı “İstenç ve Tasarım Olarak Dünya”dır. Bir başkası ise “Aşkın Metafiziği...” Schopenhauer, görünen dünyanın ardında yatan esas gerçekliğin istenç (irade) olduğunu ileri sürdü. Ona göre; anlamsız, boş, acı-dolu, kötü bu hayattan kaçınmanın tek yolu vardı; o da istencimizi öldürmek. Bu onu Hinduizm, Budizm gibi dünyevi bir yaşamdan el çekmeyi ve bir keşiş gibi yaşamayı, başkalarına yardım etmeyi, mutluluğumuzu olabildiğince arttırmayı değil, acılarımızı olabildiğince azaltmayı öneren bir yaşam şeklini önermeye yöneltti. Felsefesi, aklın (rasyonalizm) temele oturtulduğu felsefe tarihinde yeni bir bakış açısı anlamına geliyordu ve psikoloji, psikanaliz, müzik, edebiyat gibi entelektüel ve sanatsal alanlarda büyük etki gösterdi. Alman fizikçi Albert Einstein onun için; “Schopenhauer ile birlikte ben de özgür iradenin varlığına inanmıyorum” dedi. Alman yazar Wolfgang Hildesheimer ise; “Onu, aydın bir kötümser olarak görürdüm. Ama şimdi biliyorum ki, o, insanoğlunun mutlak hakikatına ulaştı ve öğretisinin ebedi etkisi onunla birlikte başladı...”
Kötümser adam
Felsefe tarihinin bu kötümser adamının; hayatla, aşkla, ölümle ilgili çoğu yaklaşımı belki de ürküttüğü için bana uzak geliyor. “Yaşam Güzeldir” köşesinde yazan biri için hayatın kötü, anlamsız, boş olduğuna inanması beklenebilir mi? Ancak Schopenhauer’un çoğu tarifi de tam bana göre. Ben “Yaşam Güzeldir” diye sanatın güzellikleri ile hayatın güzelliklerini tam da bağdaştırmaya çalışırken, bakın, “Sanat Üzerine” denemelerinde bana inat ne diyor... “Nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir. Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece.” Evet aslında aynı kapıya çıkmıyor muyuz? Hayatı güzel yapan onunla ilgili betimlemeler, hayalller, imge lemler değil mi? Yani en başa dönersek... Eğer hayatta kirpi olmayı seçtiysek oklar birbirimize batacaktır, rahatsızlık yaratacaktır. Ya balık olmayı seçtiysek? Ya da canı istediğinde dilediği yere konabilen özgür bir kuş? Ya da kuzu?