Aşkın kendine ait toprakları….
Hiç tanımadığım genç erkeğin, Aşk’ın kendine ait topraklarında benimle konuştuğunun farkında bile değildim. Aslında geleceğini biliyordum, onunla o kadar doluydum ki tarifini kağıtlara döküyordum ama nerede, ne zaman, nasıl olacağı belirsizdi. Bilmediğim bir şey daha vardı, o gelmeyecekti, ben onun yarattığı dünyaya doğru gidecektim. O da habersizce kendine ve bana, hem rengarenk hem de kapkaranlık bir evren hazırlamıştı. Sadece o varsa girebiliyordum aksi halde kapılar kapalıydı. Kapıda kaldığım anlarda, yüreğim kavruluyordu, biliyordum ki başka tenlerde beni görmediği, tanımadığı anları arıyordu. Üstelik benimle sevişmediği halde…Aşkın yanan ateşine düştüğünde, nereyi söndürsen, diğer taraf tutuşuyordu, o da biliyordu. Ya beraber yanan ateşte eriyecektik Bir olacaktık ya da…
Kalbin parçalanacak kaç gözü var?
Acı, ucu benzine batırılmış yanan oklar gibi her yönden geliyordu. Kalbin parçalanabilecek kaç gözü olabilirdi, sık sık bunu hesaplıyordum. Hiç ummadığım bir anda, örneğin onu
14 Şubat’ın en acı yanı kaybettiğimiz, kavuşamadığımız, sesimizi duyuramadığımız aşklarımız ve sadece aşık olanların düştüğü, gözlerimizin tanımadığı bir karanlık… O gece O’nun sığınağında olacağız, gönül yaralarımıza O pansuman yapacak… Aşkın hikayelerini paylaşmaya, yaşamaya devam edelim, bu yol bizi kendimize, sonsuza, sınırsıza çıkaracak elbet…
Sonsuza Uzanan Veda
Ölüm anında ruh bedenden böyle bir acıyla mı ayrılıyor merak ediyorum. Tek bildiğim milyarlarca hücremin tek tek hissettiği ve alevleri hakka varan bir yangın… Hayata veda etmenin verdiği derin sıcaklık... Tüm vücudu baştan aşağı saran ama yakmayan bir sıcaklık.... Aşkına düşülenin gecesinden dökülen duygusuz sözlerin adresi olan, Araf’ım... Araf olduğunu tahmin ediyorum, hayatta değilim ama hayatta görünüyorum...
Buradayım ama artık ağlayamıyorum. Yaradan’ın sonsuzluklar okyanusunda yüzen bir kabulleniş hatta teslimiyet. Yüreğimden kopardığı ve asla geri vermeyeceği dev parçayı umursamazca götüren sevgilinin ardından son
Oturduğum taş basamağın soğukluğunu, bacaklarım uyuşmaya başladığında fark ettim. Ait olmadığım apartmanın kapısında sessizce ağlarken, yanımdan geçen komşuların söylediklerini duymuyordum ama gözlerindeki merak, acıma, üzüntü hepsini görüyordum. Aslında “sevdiğim yukarıda evdeyken, aşka en yakın durabileceğim yer burası, daha uzağa gidemem” diye sessiz çığlıklar atıyordum, işitmeyen onlardı.
Sabaha sadece bir kaç saat kalmıştı, bundan böyle ona ancak bu kadar yaklaşabileceğimi düşündükçe, gözlerimin yaşını durduramıyordum. Biliyordum ruhunun, kalbinin muhteşem parçalarında ben vardım ama o sesi duymuştum, yüreğimi kavuran, beynimi donduran “çıt” sesini...
Kalp kırılır mı diyenlere inat, nadide bir porselen gibi, incecik bir bardak gibi sessizce kırılıyordu ve belli, belirsiz sadece aşık olanların duyabileceği bir “çıt” sesi çıkıyordu. Akıl, mantık, şuur uçmuştu, onun ayağının bastığı bu merdivenlerde benim için kainatların dönüşü durmuştu. Aşk; güvendi, gitmeyeceğini bilmekti, ne olursa olsun
14 Şubat yaklaşırken hep kalbimi düşünürüm, onunla olan yakınlığımızı, gizli gizli ağlamalarımızı, birlikte yuvarlandığımız karanlıkları, milyonlarca kez kırıldığımız anları, kıskançlıktan yanan ateşlerimizi, birbirimize sarılıp korkuyla titremelerimizi, ikimizin sonsuza dek sürecek yol arkadaşlığını…
Her yer kızarıp, herkes el ele gülüp, kalp pizzalar peşinde koşarken biz kalbimle hep aşkın eksik parçalarına bakarız. O nedenle ben 14 Şubat’ı çok severim. Aşk kendini hatırlatır, havada yayılır, herkes kendi kabına göre alır…Benim kabıma hep incecik sırattan geçmek düşer.. Bir yanı cennettir, bir yanı cehennem…Herkes sevişmek için beklerken, ben yüzleşmek için beklerim. Ruhun o kadar incecik iplikleri kopar ki aşkta, karşımdaki insan hiçbir anlam veremez neden yandığıma. O yüreğimdeki hayal ortağımdır, saçma sapan bir iş konusunda bir başka kadınla hayal kurduğunu öğrenirim, sırata asit dökülmüş olur. Bazen düşerim de cehennem tarafına…
İşte bu anlarda yine güzel yürekli kadınlara sığınırım ben. Siz tanıyor
Telefonunuza gelen işe dair herhangi bir mesaj, bütün varlığınızı aşkla doldurdu mu sizin? Kendinizi o anda gülerken, severken, oturduğunuz yerde koşarken, uçarken hatta bu dünyadan çok uzaklarda buldunuz mu hiç? Sanki kalbimde hiçbir doktorun göremeyeceği bir krallık var, yüzölçümü asırlara yayılan bu toprakların sahibi, su bile istese tüm krallık aşka hazır vaziyette, selam duruşunda…
Bilgi Kitabı’nda okumaktan her seferinde keyif aldığım muhteşem bir cümle var: Göz gözü görür, öz gönlü tanır! Aşkın kralının tahtı özümüzde bunu anlıyorum da, kralların niye bundan haberi yok? Kıyamet işte burada kopuyor. Kan, nefret, gözyaşı, kıskançlık , kavga, reddediliş, havada uçuşan bıçaklar…Aşk insanı siler mi bu hayattan? Siler…Peki silerken onarır mı? Onarır.. Evet aşk silerken onarır insanı…
Bana göre insan kendini sadece aşkla, aşıkken tanır…En berbat yüzünü de, Allah’a kavuştuğunu da aşkla görür. Tabii ki böyle yazıldığı gibi kolay değil
Yüreğinizde aşkın alevi yanıyorsa, her yol mutlaka aşka doğru çıkar. Evet, yakar, kavurur hatta kül olursunuz ama bilirsiniz ki, hayat her şeyden çok aşkla anlam kazanır. Hele benim gibi güney ay düğümü aşk evinde olan bir akrep kadını için yaşam aşkla keşfedilir, aşkla üretilir, aşkla kazanılır, canlının kıymeti aşkla bilinir. Benim zavallı kadın arkadaşlarıma da hep beni teselli etmek düşer. Çünkü aşk bu bazen karşılıklıdır bazen de değildir…
Birkaç gün önce Türkiye’nin en iyi astroloji eğitmeni ve astrologlarından arkadaşım Seçkin İlbuğa ile konuşuyorduk. Dedim “sence ben deli miyim, neden beni istemeyen bir adama aşık oldum, hani aşk ortak alandı”… “Doğum haritana bakıldığında, bu adam zaten geçmiş yaşamlarından gelen aşık olduğun adam” demez mi? Birden çok şaşırdım aşkın matematik hesabı olabilir mi? Evet olabiliyormuş. Üstelik edindiğim bilgileri duysanız, inanamazsınız, karşınızdaki erkeğin daha önceki yaşamlarda karşınıza çıkıp, çıkmadığı, sizinle sevişmek isteyip, istemediğini ya da
Kadınsanız, aşıksanız, Türkiye’de yaşıyorsanız, fal baktırmayı da çok seviyorsunuz demektir. Ben diğer ülkeleri bilmiyorum ama memleketimin kadınlarını çok iyi tanıyorum, eğitimi, güzelliği, zenginliği, mesleği, medeni hali ne olursa olsun, aşıksa, aşık olmak istiyorsa, ya kahve kapatılır ya doğum haritalarına bakılır ya da bir tarot açılır.
Ben de çok güzel bakarım, arkadaşlarım da bana bakar…Son gecelerde, Youtube’da tarot fenomenlerini takip etmeye başladım. Önce hepsinin “aklımdaki kişi” başlıklı açılımları dikkatimi çekti. Tüm kadınlar platonik aşk mı yaşıyordu, karmaşık ya da herkes ayrıldığı erkeğimi düşünüyordu, bozuldum biraz. Kadınların çok mutlu olmasını istiyorum, üzülmesinler doya doya kadınlıklarını, yaratıcılıklarını yaşasın istiyorum.
Ama her zaman olamayabiliyor, benim de “aklımda bir kişi” var. Çok pis reddedildim. Adam benden başka herkesle ilgilendi. Herkese yürüdü, bana da saygı duymaya devam etti. Ben bu duruma deli oluyorum tabii.. Bir de serde akreplik var. Adamı çok sevmesem intikamım
Merhaba değerli okurlarım;
Yaklaşık 1,5 yıl önce yaşam koçum Hakan Arabacıoğlu ile başladığım, “Para Nasıl Kazanılır” konulu çalışmam devam ediyor. Benden haber alamadığı için kızan, küsen, sitem eden, soru soran, danışan okurlarımdan özür diliyorum. Ancak para ile olan ilişkimi fark etmem, para kazanmama engel olan inançlarımı belirlemem ve bunları değiştirebilmem, bir anda olamadı. Sabırla, deneyerek, kutlayarak, çalışarak, kendimi takip ederek, para kazanma alışkanlıklarımı ciddi biçimde değiştirdim. İsterseniz neler oldu, biraz konuşalım, hatta para kazanma formülü oluşturmaya çalışalım.
1.Öncelikle para kazanabileceğimi kabul ettim.Yakın zamana kadar sadece bir işyerinde, kadrolu olarak ve deliler gibi çalışırsam, para kazanacağımı sanıyordum. Aksi halde paranın geleceğine ihtimal dahi vermiyordum. Zaten bir süre sonra kendimi parçalasam da para gelmemeye başlamıştı. Hakanla yaptığımız çalışmada, ilk adımda, “Ben kendi işimi kurarak da para kazanabilirim” demeye başladım, ardından kısa sürede, “Az çalışırım, değer yaratırım, çok kazanırım” demeye başladım. Gerçekten gelirim her ay katlanarak büyümeye başladı.
2.Sevdiğim, hayal ettiğim, inandığım işleri