Oturduğum taş basamağın soğukluğunu, bacaklarım uyuşmaya başladığında fark ettim. Ait olmadığım apartmanın kapısında sessizce ağlarken, yanımdan geçen komşuların söylediklerini duymuyordum ama gözlerindeki merak, acıma, üzüntü hepsini görüyordum. Aslında “sevdiğim yukarıda evdeyken, aşka en yakın durabileceğim yer burası, daha uzağa gidemem” diye sessiz çığlıklar atıyordum, işitmeyen onlardı.
Sabaha sadece bir kaç saat kalmıştı, bundan böyle ona ancak bu kadar yaklaşabileceğimi düşündükçe, gözlerimin yaşını durduramıyordum. Biliyordum ruhunun, kalbinin muhteşem parçalarında ben vardım ama o sesi duymuştum, yüreğimi kavuran, beynimi donduran “çıt” sesini...
Kalp kırılır mı diyenlere inat, nadide bir porselen gibi, incecik bir bardak gibi sessizce kırılıyordu ve belli, belirsiz sadece aşık olanların duyabileceği bir “çıt” sesi çıkıyordu. Akıl, mantık, şuur uçmuştu, onun ayağının bastığı bu merdivenlerde benim için kainatların dönüşü durmuştu. Aşk; güvendi, gitmeyeceğini bilmekti, ne olursa olsun arkasında durmaktı, kendini anlatmak zorunda kalmamaktı. Hayat tam bu noktadan vurmuştu. Hançer iki kişiye de saplanmıştı artık. Gün ağarırken, aşk, akan kanlara baka baka her zaman ki gibi kazanmıştı. "Bu kadar çok mu seviyorsun beni" diye sorsa, ben de dünya alfabesiyle anlatamam desem….
Bu nedenle en çok 14 Şubat’ları severim ben…Deli gibi severim derim, delisin derler, ben de 14 Şubat’larda iğneyle kuyu kazarım neden deliyim diye…Kan damlar benim aşkımdan, yolumu kaybederim, aklımdan şüphe ederim, yüreğim aşk edeni arar, sonsuzlukta, sınırsızlıkta ayağım yere basmaz, koşul, menfaat, yargı, sorgu nedir bilmem.. Kalbimin olağan ritmi budur…14 Şubat’larda herkese bakarım onların da böyle midir diye….Herkes başka yaşar aşkını, hepsi doğrudur. Akıllı insanlara özenirim, keşke benim de ayağım dünyaya birazcık basabilse derim…
Türkiye’nin en iyi astrologlarından Seçkin İlbuğa, bunları söylerken kahkahalarla güler bana: “Maalesef zor biraz. Sen mitolojiye konu olacak kadar yüksek seviyorsun aşkı, zaten sana yakışıyor da…” Nerden biliyorsun dediğimde, astroloji haritalarımız her şeyi anlatır der. Seçkin, Oğuzhan Ceyhan ekolünden yetiştiği için sadece alyans soranlara çok güler hatta beraber güleriz. Doğum haritalarımız parmak izimiz gibi bize özeldir ve aslında kendimizi tanıyabileceğimiz o kadar çok bilgi verir ki…
14 Şubat’larda bu bilginin peşine düşerim ben…Kimi, nasıl severim sorusuna cevap ararım. Seçkin yardım eder bana: “Aşka söz verip gelmişsin hayata.. Haritanda kadim dönemlere ait aşk akdi var. Hayatı aşk yoluyla öğrenmeyi seçmişsin. Kendinle bağ kurdukça, kalbin derinleşen izlerin peşinde koşuyor. Rotayı kaybetmenin, aklından şüphe etmenin sebebi bu. Yaradan’a verdiğin söze sadıksın.” Eyvah ne olacak yani? “Sen kadar aşk edeni bulmadıkça rahat etmeyecek yüreğin” diyor Seçkin. 14 Şubat için bu iyi bir haber mi, kötü mü bilemedim. Elbet benim gibi bir deli vardır diye avunuyorum….
Anlamadığım bir şey var, astrolojide Venüs aşkı simgeler, aşkı nasıl yaşadığımızı, nasıl algıladığımızı anlatır. Venüs’üm Başak’ta yani benim çok aklı başında biri olmam lazım, mükemmeliyetçi olmalıydım, aşkı da ayaklarım yere basarak yaşamalıydım tam tersiyim bu nasıl oluyor “ Aşkta ki mükemmeliyetçiliğinin dünyasal değerlerle hiç ilgisi yok mükemmellik talebin ruhsal aşk düzleminde” diyor Seçkin. Venüs Başağa meydan okuyorum aslında bütün haritama okuyorum….
Doğarken aşk yıldızlarıyla donanarak gelmişim, yine haritadan öğreniyorum ki, zihnimin bu kadar genç olmasının sebebi de bu aşk yıldızlarıymış, neyse ki ölene kadar da böyle…
Oğuzhan Ceyhan Ekolü’nden Seçkin İlbuğa