14 Şubat’ın en acı yanı kaybettiğimiz, kavuşamadığımız, sesimizi duyuramadığımız aşklarımız ve sadece aşık olanların düştüğü, gözlerimizin tanımadığı bir karanlık… O gece O’nun sığınağında olacağız, gönül yaralarımıza O pansuman yapacak… Aşkın hikayelerini paylaşmaya, yaşamaya devam edelim, bu yol bizi kendimize, sonsuza, sınırsıza çıkaracak elbet…
Sonsuza Uzanan Veda
Ölüm anında ruh bedenden böyle bir acıyla mı ayrılıyor merak ediyorum. Tek bildiğim milyarlarca hücremin tek tek hissettiği ve alevleri hakka varan bir yangın… Hayata veda etmenin verdiği derin sıcaklık... Tüm vücudu baştan aşağı saran ama yakmayan bir sıcaklık.... Aşkına düşülenin gecesinden dökülen duygusuz sözlerin adresi olan, Araf’ım... Araf olduğunu tahmin ediyorum, hayatta değilim ama hayatta görünüyorum...
Buradayım ama artık ağlayamıyorum. Yaradan’ın sonsuzluklar okyanusunda yüzen bir kabulleniş hatta teslimiyet. Yüreğimden kopardığı ve asla geri vermeyeceği dev parçayı umursamazca götüren sevgilinin ardından son bakış. Bir daha karşılaşamayacağımız aşkın topraklarından bilinmeyene yerçekiminden uzak bir yürüyüş... Her gün yanımda olsa da artık onu hiç göremeyecek, sesini hiç duyamayacak olmanın verdiği dayanılmaz hasret… Sonsuza uzanan bir veda... Sadece aşık olanların düştüğü, gözlerimin tanımadığı derin bir karanlık... El yordamıyla aranacak yarım bir kainat...
Dünyadaki tüm kadınlar sevilebilir, ben hariç!
Söylediği her söz, her gülüş, anlattığı her hikaye, attığı her adımda mutlaka düşecek karanlık bir çukur buluyordum. Üstelik dibini göremeyeceğim kadar derin çukurlar…Çoğunlukla ummadığım anlarda, beklemediğim yerlerde yuvarlanıyordum. İnsanlığın son derece olağan saydığı kelimeler benim için ağırlığı taşınamaz kayalara dönüşebiliyordu. Hemen bir örnek verebilirim: “Senin gibi sevdiğim bir arkadaşım…” Bu cümlelerin sonunu duyacak nefesim kalmıyordu zaten…Yine sevilmeyen kadınım! Dahil olmadığım hayat planları, arkadaş buluşmaları, tatiller, kararlar, gitmeler, gelmeler, dedikodular…
Dünyadaki tüm kadınlar sevilebilir, ben hariç! Her kadın ve erkeğe aşık olunabilir ben hariç! Bazen sevilebilecek özelliklerimi sıralamaya çalışırken buluyorum kendimi. Ben bile unutmaya başladım. Neydi sevdiklerim, neydi beni sevilebilir kılanlar, neden sevsindi beni? Sanki bütün dünya birleşmiş en öne de bu yakışıklı geçmiş asla sevilemeyeceğimi anlatıyordu. Gözlerindeki en ufak onay, en ufak takdir, iltifat kırıntısı can suyu gibiydi, gözlerini ve dudaklarını gözler olmuştum. Tabii benim karşıma sevgiyi, kadını, aşkı anlatmakta en cimri adam çıkmıştı, güzel bir kadın olduğuma dair minik bir hece bile yeterliydi. O hece hiç gelmedi…
101 Dakika 86 Saniye!
Ok yaydan çıkar ve havada kalır mı? Yüreğimi delip geçmek isteyen ağır, kararlı, mağrur oku tutabilmek için tüm gücümü kullanıyorum. Bir yandan da atmasın diye avucumun içindeki kalbimi saklamaya uğraşıyorum. Aşık mı oldum, olimpiyata mı hazırlıyorum inanın bilmiyorum...Arka sokaklarda direne direne yaşamaya çalışırken, bugün ayağımın altındaki toprak da çekildi.
Karşımdaki yakışıklı kainatın en güzel ses tonuyla bensiz gideceği Bodrum’da nasıl yüzeceğini anlatırken, gözümde canlanan tek şey, bir anda beliren hortumun denizdeki herkesi çil yavrusu gibi dağıtmasıydı. O orada Zeus gibi dolaşacak, ben de burada Hera gibi delirecektim... Bize aşkı böyle anlatmamıştı büyüklerimiz, filmler, şarkılar... Hani herkes gülüyordu, herkes mutluydu, herkes seviyordu hani? Hiç kimse onun yokluğundaki 21 gün boyunca, sesini duyduğum 101 dakika 86 saniyenin her salisesinin beni ruhuma bağlayan altın iplikler olduğunu söylememişti...