Geçen hafta İstanbul’da Pera Müzesi’nde Mimar Louıs Khan sergisini gezmiş ve çok etkilenmiştim.
Müze duvarlarında binalarının görüntülerini izlerken, Khan’ın söylemleri de bir yandan resmigeçit yapıyordu.
Khan’ın dünyasının içindeydim adeta. Binaların cephesiyle başlayan gezim, iç mekânlarda devam ediyor, merdivenlerinden inip çıkan, kütüphanesinde okuyan bir insan oluyordum.
Gölge ve ışık konusundaki söz ve uygulamalarını hissetmek için, binaların etrafında dolaşıyordum adeta...
Diğer odada Khan’ın seyahatlerindeki eskizleri sergileniyordu.
Fotoğraf makinasına pek rağbet etmez, güzel resim yapar ve yanında taşıdığı karakalem, suluboya, pastel boya ile gördüklerinin resmini çizermiş.
Özellikle de antik kentlere olan merakı biliniyor ve ilgili resimleri de sergileniyor.
Khan’ın Mısır gezisinden Luxor Mabedi ve sütun detayları, Giza Piramitleri, yalın ve kuvvetli çizgileriyle karşımdaydı.
Pek çok eseri arasında en çok ilgimi çekenler, İslamabad ve Dakka’da ki eserleri ve anıları olmuştu.
Bir gezi ile gidip görmek ne kadar heyecan verici olur diye hayal ettim.
Türkiye’den, Khan ile çalışma imkanı bulmuş birkaç mimar arasında Prof. Dr. Rauf Beyru’nun adı geçer.
Beyru, kent planlaması yüksek lisans eğitimini Pennsylvania Üniversitesi’nde tamamlamıştır (Khan’ın, hocalık yaptığı üniversite).
Rauf Bey, mimarlık fakültesindeki öğrencilik yıllarımda çok sevdiğim ve saydığım şehircilik hocamdı.
Louıs Khan sergisi,anılarımı ve bilgilerimi tazeledi.
İyi mimarlar, iyi binalarla kentlere değer katarlar, kentlere değer katarlarken kentin insanlarına da estetik ve kültürel bilgi, bellek ve miras armağan ederler aynı zamanda...
Mimarlar, kentlerin siluetini değiştirebilirler.
Kentlerin geleceğini, kaderini çizerler.
Diyerek, yani içimden kendimle konuşarak Pera’dan çıkıp Galata’ya, sonrasında Karaköy’e geldim ve bir terastan İstanbul’u seyre daldım.
Mimar Sinan’ın camileri ile İstanbul’un siluetinin zenginleşip güzelleştiğini düşünürken gözüme takılan gökdelenlerden hüzünlendim.
Güzel şehirler, güzel binalar ile tanınır ve anılırlar ve kaderleri değişir.
Amerikalı mimar Frank Ghery’nin imzasını taşıyan ve ekolünün en önemli eseri sayılan Guggenheim Müzesi, Bilbao’nun kaderini değiştirmiştir.
Barselona’da, mimar Gaudi’nin Sagrada Familia’sı kentin sembolü olmuş, Barselona adı onunla özdeşleşmiştir adeta.
Dünyada, pek çok kent örneği verilebilir bu bağlamda.
Gelelim İzmir’imize...
Bizim de özel bir binamız olsa ünlü bir mimarın imzasını taşıyan, kentin kaderi değişir.
Saat Kulesi ile idare ediyoruz yıllardır, kentin sembolü olarak. Kuleyi küçümsediğimden değil de... Tuhafıma giden, bu kadar önem verdiğimiz bir yapının, etrafındaki tarihi binaların yıkılıp, Saat Kule’sinin tesirinin tamamen kaybedilmesidir.
İzmir, antik dönemden sonraki dönemlerde de güzel binaların olduğu zarif çok güzel bir şehirdi.
Bugün sıradan apartmanlar ve çok katlı yapılardan oluşan, belleğini kaybetmiş bir kent durumundadır.
İyi tasarlanmış binalar ve iyi planlanmış kentler ve geçmişe saygı...
Louıs Khan sergisi beni buralara getirdi...