Ülke genelinde en zor konularda birlik, beraberlik ve huzur arayışı içindeyiz. Aynı arayışın eğitimde de gerçekleşmesi, olmazsa olmazlarımızdan biri haline gelmelidir. İktidar ve muhalefetin eğitime bakış açısı çok farklı. Her iki taraf da karşı tarafı şov yapmakla suçluyor.
Mülakat konusunda hâlâ uzlaşma sağlanamadı. Sağlanması da mümkün gözükmüyor. Yarattığı gerginliğin boyutları ise her şeyi gölgede bırakacak şekilde büyümeye devam ediyor.
MEB mülakatın yarattığı zaafları görmezden geliyor, muhalefet ve sendikalar ise ısrarla mülakattan vazgeçilmesini istiyor. Daha da vahimi her iki taraf da birbirini samimiyetsizlikle suçluyor.
Peki böylesi bir ortamda eğitimde bile uzlaşı sağlanamazken başta Anayasa değişikliği olmak üzere diğer konularda yol almak mümkün mü? Çok zor!
Siyasilere önerimiz, önce eğitim!..
100 yaşında!
Önceki gün Cumhuriyetimizin 101. yıldönümüydü, bugün de 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in 100. yaş günü.
Rahmetli Demirel “Cumhuriyet nedir?” sorusuna “Cumhuriyet tam da benim” der ve devamını şöyle getirirdi:
“Benim gibi bir köy çocuğunu alıp en yüce makamlara getiriyor. Bu başka hangi rejimde mümkün? Ona sıkı sıkıya sarılmak hepimizin boynunun borcudur…” Aslında bu durum hepimiz için geçerli. Cumhuriyet olmasaydı, bugün kaçımız aynı eğitimi alır, aynı noktada olurduk?..
Söz Demirel’den açılmışken, saatlerce konuşmak, sayfalar dolusu yazmak mümkün. Cumhurbaşkanlığı öncesi ve sonrasını ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Çünkü ikisi birbirinden çok farklıydı.
Bu yüzden nereden ve ne zaman baktığınıza göre hem eleştirecek hem de övecek fazlasıyla argüman bulmak mümkün...
Kendisini defalarca Genç Bakış’a konuk ettik, öğrencilerden çok sert sorular geldi ama onların karşısına çıkmaktan ve “Dün dündür, bugün de bugün” mantığı ile her türlü soruya cevap vermekten hiç kaçınmadı!
İşte son yıllarına yönelik olarak programdan aklımda kalanlar:
Sabırlıydı, çalışkandı, titizdi, toleranslıydı, mücadeleciydi, hafızası müthişti, konulara hakimdi, mütevaziydi, renkliydi. “Ortada sandık varsa, gerisi teferruat” der, umudun hiçbir konuda asla yitirilmemesi gerektiğini ısrarla vurgulardı!..
Mesleki yeterlilik
Üniversitelerin verdiği diploma ciddiye alınmıyorsa, üzerinde uzun uzadıya düşünmekte yarar var.
Bir doktor tıp fakültesi diploması ile mesleğini icra edebiliyorsa, bir öğretmen, avukat ya da mühendis neden yapamasın?
Uzmanlık eğitimi için elbette Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) benzeri sınavlar söz konusu olabilir ama öğretmen, mühendis ya da hukukçu olmuş kişilere hadi bir kez de kendinizi yeterlilik sınavlarında kanıtlayın demek, gençlerimizi daha fazla yıpratmanın ve dershanelere su taşımanın ötesinde ne işe yarar?
Üniversite mezunlarını istihdam eden kurumlar, aradıkları elemanlarda hangi yetkinliklerin olmasını istiyorsa bunu YÖK’e bildirir, YÖK de üniversitelerden bunu isteyebilir. Eğer ille de bir sınav gerekiyorsa da bunu YÖK yapar ve yeterliliğini kanıtlayamayan o fakülteleri önce uyarır sonra da kapatır.
Bu yapılmadığı takdirde ne üniversitelerde öğretim kalitesi yükselir ne de sınav yarışı sona erer.
Ha bu arada üniversite kontenjanları da mesleklerin itibarını zedeleyecek boyutlarda değil ülke ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmeli ki diploma enflasyonu yaşanmasın. YÖK ve üniversitelerin saygınlığı, yaptıkları eğitim, kazandırdıkları yetkinlikler ve en önemlisi de verdikleri diplomanın yeterliliği ile orantılıdır. Bu konuda farklı arayışlara giriliyorsa çuvaldızın en büyüğü MEB, YÖK ve ÖSYM’ye batırılmalıdır…
‘Sınav Cumhuriyeti’ne dönüşen ülkemizde yeni sınavlar, mülakatlar ya da ekstra eğitimler, çıtayı daha yükseklere çıkartmayacak, çok daha sorgulanır hale getirecektir…
Özetin özeti: Cumhuriyetimizin en büyük kazanımı, bize biz olma olanağı sağlamasıdır. O zaman bu hakkımızı her alanda, her konuda sonuna kadar kullanmalıyız...