Baktığınız zaman en gergin sinirleri bile gevşetecek, en karamsar ruhları şenlendirecek bir renk cümbüşü; gökkuşağı. Çocukluğumuzdan beri bayılmaz mıyız? Yağmur yağarken “Aynı anda bir güneş çıksa da şu gökyüzü şenlense” diye düşünmemiş, koşarak onun altından geçmeyi hayal etmemiş çocuk var mıdır? Ya da ışık kırıcı prizmaları güneşe tutup sarıların, morların, mavilerin arz-ı endam etmesini beklememiş?
Adeta doğanın akıl sır erdirilememiş mucizelerinden biridir. Yani bilimsel açıklamaları olduğunu biliyorum tabii de, o muhafaza etmemeyi marifet saydığımız çocuk gözleriyle bakıldığı zaman, yağmur damlaları arasından mavi gökte beliriveren renklerden daha büyüleyici ne var?
Yine aynı çocuk gözleriyle bakmayı becerebilsek herhalde insanları da daha az kategoriye ayıracağız. Dilleri, dinleri, ırkları, cinsel yönelimleri bizi ilgilendirmeyecek.
‘70’li yıllarda gay politikacı Harvey Milk’in yanında eşcinsel hakları için mücadele eden Amerikalı asker Gilbert Baker, gökkuşağından yola çıkarak bir bayrak tasarlamış, 1978’den beri de bu LGBTİ mücadelesi için bir sembol. Yaratıcısının renklere yüklediği anlamlarla bakarsak; doğanın, hayatın, ruhun, sanatın, uyumun sembolü. İnsanların bütün farklılıklarıyla birbirlerini kabul ederek hep birlikte yaşamasını temsil ediyor.
Peki biz neden iki haftadır gözümüz kararmış şekilde gökkuşağı avındayız?
Bütün dünya LGBTİ Onur Haftası nedeniyle baştan aşağı rengarenk, biz beşten fazla rengi yan yana gördük mü ayağa kalkıyoruz.
12 senedir dertsiz tasasız, renkli, cümbüşlü geçip giden haftaya birkaç senedir bir haller oldu. Hele hele haftayı yürüyüşle noktalayan haziranın son pazarı yaklaştı mı, ihtimal takvimde o gün için kendilerine hatırlatma yazmış olan Alperenler bir fitil ateşliyor, arkası çorap söküğü gibi geliyor.
Gayet netler. “Bu yürüyüşe devlet izin verse bile biz izin vermeyeceğiz” diyorlar. Nasıl, kim olarak? “Biz devletin üzerinde bir gücüz, bir izin merciiyiz” diye bir iddia tuhaf değil mi?
Buna karşılık Valilik de “Biz izin verirsek siz nasıl engellemeyi düşünüyorsunuz pardon?” diye sormak yerine “Halkın hassasiyeti var, yürüyüşe izin vermiyoruz” diyor.
Ve bu hassasiyet, gökkuşağının belirdiği yerde devreye giriyor.
Köprünün renkli ışıkları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Karayolları’nın ayrı ayrı açıklamalar yapmak durumunda kalmasına, İstanbul’un dünyada “renklerden nem kapan şehir” olarak haber olmasına inanası gelmiyor insanın.
Adım gibi eminim, Karayolları’nın da Belediye’nin de LGBTİ haftasını kutlamak gibi bir niyetleri olmadığına bu arada. Ama halk şikayetçiymiş, hemen tek renge bağlayıp kurtuluyoruz “tepkilerden”. Yani birileri ciddi ciddi belediyeyi arayıp “Ne bu köprünün yanar döner hali?” diyor demek. Ne güzel, başka derdimizin olmaması.
Pardon, var. Açıldığı günden beri diskoya benzeyen M6 Levent - Boğaziçi hattı metro durağı girişi var. Ona da çok şükür LGBTİ haftasında farklı anlamlar yüklendi ve “yolcuların isteği üzerine” tek renge dönüştürüldü. Dünyanın en “yolcu sözüne değer veren” şehriyiz. Kim bu yolcular, kaç kişiler, ben buradan “Gözüm gönlüm açılıyordu metroya binerken, gökkuşağımı geri istiyorum” dersem dikkate alan olacak mı, onu bilmiyorum.
Bildiğim, şu sıralar yağmur yağıp bir de üzerine güneş açmaya cüret ederse yandık.