“Sanat yok oldukça kötülük yükselir, kapı duvar bir sessizlik hakim olur dünyaya, bunu fark ettiğimizde ise geç kalmış oluruz.” Sahnede Işıl Kasapoğlu, İKSV tarafından düzenlenen 27. İstanbul Tiyatro Festivali için geri sayımın başladığını müjdeleyen ödül töreninde konuşuyor. Masallardan söz ediyor. Hayallerden, sonra: “Bize dünyanın bu yalan düzeninin perdesini aralamaktan başka yol yok. O yol ya da kavşaklar, patikalar hep hayal kurmaktan geçiyor. Kahramanlara, mucizelere inanmaktan, düş kurmaktan… Bir kişiye hayal kurdurabilirsek tüm topluma kurdurabiliriz”.
Masallar, mucizeler, hayaller, başka diyarlar, umutlar... Sıkıştığımız yerde nefes aldıran sözcükler geçiyor, Işıl Kasapoğlu’nun konuşmasından. Festival iki senedir küratörlük sistemine geçti, bu sene ikinci ve son kez Işıl Kasapoğlu’na emanet. Seneye başka bir küratörün hayallerinden doğan festivali izleyeceğiz. Belki gönlümüze göre olacak, belki eleştireceğiz ama hayaller ve masallar eksik olmayacak şehirden, önce buna sevinelim.
Bu yılın programında 20 tiyatro, performans ve dans gösterisi var. Türkiye’den 11; Almanya, İngiltere, Danimarka, Fransa, Gürcistan, İrlanda, İsrail ve Yunanistan’dan dokuz yapım. Açılış gösterisinden başlayarak seçimlere bakınca geçen yılki festival programının aldığı eleştirilere kulak verildiği sonucunu çıkartmak mümkün. Mehmet Birkiye’ye onur ödülünün, sponsorlara teşekkür plaketlerinin sunulduğu buluşma gecesinde iki kişi yan yana geldiğinde bunu konuşuyordu. Merak uyandırıcı işler içeren bir programla karşı karşıyaydık.
Festival, 25 – 26 Ekim’de Zorlu PSM’de Pina Bausch’un başyapıtı “Cafe Müller” ile başlayacak, 25 Kasım’a kadar 15 farklı mekânda sürecek.
Mekân İstiklal Caddesi
Festivalden birkaç başlığa değinirsem, öncelikle festivalde İstiklal Caddesi’nin mekânlarını görmekten çok mutluyum. Ağıt yakmaktan daha etkili bir sahip çıkma metodu bu. Özellikle mekâna özel tasarlanan “Büyük Zarifi Apartmanı”nı merakla bekliyorum. Abdülaziz ve II. Abdülhamit dönemlerinde İstanbul’un en varlıklı ailelerinden Zarifilerin yaptırdığı apartmanı tarihi gerçeklerden yola çıkan kurmaca hikâyelerin sahnesi haline getiren proje H. Can Utku ve İlias Maroutsis tarafından yazılmış, İlyas Özçakır tasarlayıp yönetiyor ve İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile destekleniyor.
Yine aynı fonla desteklenen oyunlardan “Çirkin”i Firuze Engin yazmış, Güray Dinçol yönetiyor, “gerçeküstü bir ihanet hikâyesi” olarak tanımlanıyor ve Nihal Yalçın ile Onur Berk Arslanoğlu oynuyorlar. Mekân, Hope Alkazar. Gençlik Fonu’yla desteklenen oyunlardan bir diğeri, Ferdi Çetin’in yazıp Kayhan Berkin’in yönettiği “Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı” ise Metrohan’da sahnelenecek.
İlk kez tiyatro sahnesine çıkacak olan Ercan Kesal’a ait “Ayazmanın Yılanı”da Berfin Zenfderlioğlu’nun yönetiminde Atlas 1948 Sineması’nda seyirciyle buluşacak.
Kadın vurgusu
Festival programında dönemin ruhuna uygun olarak “kadın” vurgusu dikkat çekiyor. Bunun ‘vurgulanmasına’ gerek olmayan dönemlerin geleceğini umarak, bir bölüm adı olarak “Bu İşte Bir Kadın Var”ı sorunlu bulduğumu bir kez daha belirtmeliyim. Kadın olmasını yadırgayıp altını çizmemiz gereken bir alanla karşı karşıya değiliz. Ama madem böyle bir bölüm var, hedefi de “kadın üretiminin ve kadın bakış açısının daha görünür kılınması”, bu kapsamda sergilenecek üç oyundan ikisinin yazar - yönetmeninin (“Flu Lysistrata” (Yazan: Aristofanes – Yöneten: Barış Arman – Dramaturji: Ceren Ercan), “Kız Kardeşler (Yazan – Yöneten: Wajdi Mouawad) erkek olması şart mıdır? Bu çerçevedeki üçüncü oyun, ise Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği “Sen Hamlet Değilsin”.
Aşkımız İstanbul
Kapanış oyunuyla bitirirsek, Işıl Kasapoğlu 30 yıl önce Orhan Veli’nin şiirinden ilhamla tasarladığı projesi “İstanbul Mon Amour”un ismini festivale armağan etmiş. Bu kez Ahmet Sami Özbudak’ın kurguladığı bir Beyoğlu macerasıyla karşı karşıyayız. 25 Kasım’da Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Saint Benoit Fransız Lisesi’nde iki tur olarak gerçekleşecek gösteriyle festival sona erecek.