Perdede bir şehir izliyoruz, her yer olabilir. Hayatı boyunca İstanbul’da yaşamış birinin bile tanıdık bir köşe bulması zor. Galata Kulesi yok, kuş bakışı tarihi yarımada yok, Boğaz yok… Renkleri de net değil zaten, bir duman ve grilik hakim. Bir de şantiyeler, devasa inşaatlar, duvarlar, tuğlalar. Arada bir palmiye ağacı görünmese gözümüze sıkışmış, hangi iklimde olduğumuzu bile tahmin edemeyebiliriz.
O şehirde, o inşaatlarda, o koğuşlarda iki genç adamın peşine takılıyoruz. Mardinli öğretmen Ferhat ve amca oğlu Emrah. Dedeleri ve babaları gibi inşaatlarda duvarcılık yapıyorlar fakat o betona gömmeye niyetli olmadıkları hayalleri var. Ferhat mesleği olan öğretmenliği yapmayı, Emrah ise üniversite okumayı istiyor. Öncelikli dertleri Cezayir’e gidip orada çalışarak kısa zamanda para biriktirmek, belki artık yaşlanan babalarının işi bırakıp dönmesini sağlamak ve borçlarını ödeyip hayata ‘başlayabilmek’. Biz de seyirci olarak bu Cezayir’e gitmek için vize bekleme sürecinde Ferhat ve Emrah’ın o şantiyelerdeki, işçi koğuşlarındaki hayatlarına eşlik, iş ve arkadaşlık ilişkilerine tanıklık ediyoruz.
Yönetmen Somnur Vardar’ın, temelleri 2016’da Kadıköy’de annesinin evinden izlediği inşaata bakarken atılan, 2023’te hem İstanbul Film Festivali’nde hem SİYAD Ödülleri’nde En İyi Belgesel seçilen filmi “Boşlukta”, Ankara’da, 26. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde seyirciyle buluştu. Sade, o sadeliğiyle seyirciyi derinden etkileyen, büyük büyük cümleler kurmayan, slogan atmayan, tam da yönetmeninin sonradan seyirciyle sohbet ederken amaçladığını söylediği gibi “bir duygu yaratan” bir film, “Boşlukta”. O bir yere ait olamayıp ‘boşlukta’ salınma hali de adına, etrafında hiçbir şey aynı değilken olduğu yerde nefes almaya çalışan palmiyenin hali de, sıkışmak de, ne dersen de, ya da bence en güzeli hiçbir isim koyma. Film koymaya çalışmıyor çünkü.
“Boşlukta”, 10-15 Haziran arasında düzenlenen Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri’nde gösterilecek. Somnur Vardar’ın Türkiye ve Ermenistan’dan bir uzlaşı projesi için bir araya gelip önce Muş’ta sonra Gümrü’de ortak yaşamın izlerini süren bir grup genci odağına alan 2013 tarihli filmi “Yolun Başında” da öyle.
Bir de not: Filmden sonra sohbette öğrendik ki filmin kahramanları Ferhat ve Emrah şu anda Hatay’da öğretmenlik yapmaktaymış.
Sürprizlere hazır olun
26.yılında gene bütün dünyadan kadın yönetmen uzun metraj, kısa metraj ve belgesel filmlerini Ankaralı seyirciyle buluşturan Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde seyirci için keşif heyecanı dolu bir dört günü geride bıraktık. “Keşif heyecanı” laf değil, program direktörlüğünü Nil Kural’ın üstlendiği festivalin akışına kendinizi bırakırsanız karşınıza sürprizler çıkacağı kesin.
Benim için bunlardan biri İranlı yönetmen Mania Akbari’nin “Ne Cüretle Bunu İstersin?” adlı belgeseliydi. Hepsi erkek yönetmenler tarafından çekilmiş filmlerden kadınlara dair sahneleri birleştiren, İran sinemasında kadına bakan erkek gözünü ortaya koyan bir filmdi ve rahatlıkla Yeşilçam’ı da anlatıyor olabilirdi.
Diğeri ise Arjantinli, 1991 doğumlu yönetmen Melisa Liebenthal’ın yönettiği “Denizanasının Yüzü”. Bir sabah uyanıp aynada başka bir yüzü olduğunu gören Marina’nın matrak ve düşündürücü hikayesini anlatıyor. Yüzümüz bizi ne kadar tanımlar, şu bildiğimiz yüzümüz olmadan biz kimiz gibi sorular sorduran, çok eğlenceli bir film. Ve de yarın (6 Haziran Salı) saat 19.00’da festivalin emektar sineması Büyülü Fener’de gösteriliyor.