Hayatta sorumluluk almak istemediğimiz noktalarda şahane bir sığınma yerimiz var; “Allah’ın takdiri”.
Ben müteahhidim, bir inşaatı yapma işini üstüme aldım. Temelinden kolonuna bir dolu hata yaptım, malzemeden çaldım, binayı çürük çarık tamamlayıp paramı aldım. İlk depremde yıkıldı, içinde yaşayan insanlar öldü. Benim suçum mu? Yoo, Allah’ın takdiri.
Maden işletmesi sahibiyim, yüzlerce insan çalıştırıyorum. Uygun havalandırma sistemi kurmuyorum, düzenli denetlemeleri yaptırmıyorum, gaz maskelerinin kontrollerini yaptırmıyorum, çatlakları görmezden geliyorum, yaşam odalarına para harcayacak değilim ya onu da yaptırmıyorum. Sonunda aslında basbayağı beklenen ‘kaza’ gerçekleşiyor, yüzlerce işçi ölüyor. Hatalı mıyım? Tabii ki hayır, Allah’ın takdiri.
Otobüs firmam var, her gün bir sürü insanın sağ salim bir yerden bir yere gitmesini sağlamak gibi bir görev üstlenmişim. Daha çok kazanmak için az insan istihdam ediyorum, şoförlerimi uykusuz çalıştırıyorum. Gece vakti otobüs yoldan çıkıyor, şoför uyuyakalmış. Allah’ın bir takdiri olarak evet.
Son örneğimiz dünden. Gaziosmanpaşa’da bir özel hastaneye yeni doğmuş bir bebek geliyor. Devlet hastanesinde sağlıklı doğmuş, solunumunun düzenlenmesi için buraya sevk edilmiş. Beş gün antibiyotik tedavisi görmek üzere. Ancak kuvözdeyken kusuyor, kimse bunu fark etmiyor, bebek kendi kusmuğunda boğulana kadar. Durumu fark eden doktorlar bebeğin duran kalbini tekrar çalıştırıyorlar ancak uzun süre beynine oksijen gitmeyen bebek 84 gün yoğun bakımda kalıyor.
Şimdi reflüden karaciğer büyümesine bir dizi sağlık sorunuyla taburcu ediliyor ve Hürriyet’ten Damla Güler’in haberine göre, savcılığa suç duyurusunda bulunan ailenin hastane yönetiminden aldığı yanıt çok tanıdık: “Olacağı varmış, kader işte, Allah’ın takdiri, şanssızlık”.
Bizde böyle. Hata olmaz, ihmal, asla. Allah’ın takdiri vardır olsa olsa.
Üretmeyin de satmayın da
Dünyanın herhalde en acıklı manzaralarından biri, pet shop’ların vitrinlerinde tepe tepeye yatmış alıcı bekleyen hayvancıklar. “Ah canım, ne tatlılar” falan denecek bir durumları yok, basbayağı zavallılar, talihsizler. Bunlar gezip dolaşacak, koşup oynayacak canlılar, çoğu bebek. Ve gün ışığını bile görmeden orada hapis, bekliyorlar. Talep oldukça da maalesef üretilmeye devam ediliyorlar.
Halbuki sokaklarda, barınaklarda en az onlar kadar güzel ve talihsiz kediler, köpekler de bir yuvaya, onları sevecek birilerine hasret, hayatta kalmaya çalışıyorlar. Üzerlerinde 500 dolarlık fiyat etiketi olmadığı için tercih edilmiyorlar.
Durum aslında o kadar açık ki. Hayvan mı beslemek istiyorsunuz? Sahiplenme olanakları sınırsız. Bir tür hayvan hapishanesi olan pet shop’lara dünyanın parasını kazandırmak bir seçenek olmamalı.
Şimdi kaç gündür “Pet shop’larda hayvan satışı yasaklanıyor!” coşkulu başlıklarını görüyoruz. Sadece başlık okuyanlar için şahane haber. İçeriğine baktığımızda ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın yeniden TBMM gündemine getirmeye hazırlandığı ‘Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nda pet shop’ta balık ve bazı kuş türleri dışında hayvan ‘bulundurulmasının’ yasaklandığını görüyoruz. Ne var yerine? Kataloglar! İnsanlar o kataloglardan istedikleri kedi, köpeği seçecekler, hayvan ‘üretim yeri’nden getirilecek. Yani hapishanenin yeri değişiyor. Başka değişen bir şey yok.
Şehirlerimizde güvenli bir şekilde yaşama olanaklarını bizzat yok ettiğimiz bir dolu kedi, köpek var. İnsanların vereceği iki lokma olmasa açlıktan, onu bulurlarsa soğuktan, olmadı onları canlıdan saymayan bir arabanın altında kalarak, hiçbiri olmazsa varlıklarından rahatsız olan birilerinin zehirlemesiyle telef oluyorlar ha bire. Daha yeni 65 tane kedi yavrusunun çuvala doldurulup ormana, ölüme terk edildiğini okuduk. Hâlâ hayvan ‘üretmek’ neyin nesi?