Fark etmeyen var mı bilmiyorum, varsa etsin lütfen, sosyal medyada “ŞuleÇetİçinAdalet” diye bir etiket var bir süredir. Neden var? Çünkü Şule Çet için adalet sağlanamıyor.
Şule Çet 23 yaşında bir üniversite öğrencisi. Maalesef hep de öyle kalacak, çünkü doğum günü olan 29 Mayıs tarihinde bu hayattan ‘koparıldı’. Olayın aydınlatılması için bel bağlanmış olan İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun raporuna imza atan uzmanlar bilmiyorlar ama biz biliyoruz epeydir.
Şule’nin 13 yaşında annesini kaybettiğini, babası da hasta olduğu için hem çalışıp hem okuduğunu biliyoruz. Yarı zamanlı işinden atıldığını, patronlardan Çağatay A. tarafından çağrılınca yeni bir iş umuduyla gittiğini, Çağatay A. ve arkadaşı Berk A. ile yemek yiyip Ankara’da bir plazanın 20. katındaki ofise götürüldüğünü biliyoruz. Gece ev arkadaşına “Beni ara, bir bahaneyle çağır” diye telefon ettiğini, son attığı mesajın ise “Bırakmıyor beni, adam takmış bana” olduğunu, yani intihar etme niyeti şöyle dursun, oradan bir an önce kurtulmak gibi bir derdi olduğunu biliyoruz.
Bir süre sonra akrobat olsan tek başına çıkıp atlayamayacağın plaza camından “düştüğünü”, nedense bunlar olurken ve sonrasında da polise haber vermeyen Çağatay A. ve Berk A.’nın ifadelerine göre “atladığını” biliyoruz. İki arkadaştan yan odada uyuduğunu iddia eden Berk A.’nın saat 02.39’da polis yerine bir arkadaşına mesaj atıp “Çok kötü şeyler oldu, beni ara” dediğini biliyoruz. Şule’nin aşağıya saat 03.50 sularında “düştüğünü” biliyoruz. Olay yeri inceleme sonucuna göre bir insanın ancak atılırsa hatta ölü olarak atılırsa - bu açıyla düşebileceğini biliyoruz.
4 Temmuz’da çıkan otopsi raporuna göre Şule’nin vücudunda darp izleri, anal bölgesinde yırtılma, bağırsak dokusunda bozulmalar, tırnak içlerinde iki adama ait deri parçaları ve bir tutam saç, kanında uyku ilacı olduğunu biliyoruz.
İki sanık, Şule Çet’in “Yaşamak istemiyorum” diye cama koştuğunu, Çağatay A’nın parmağındaki kırığın onu kurtarmaya çalışırken olduğunu, DNA’nın da tokalaşma sırasında bulaşmış olabileceğini iddia etmekte. Üç kere gözaltına alınıp bırakıldılar, sonunda tutuklandılar.
Aylardır dört gözle beklenen, son noktayı koyacak olan adli tıp raporuydu ve çıktı nihayet. Ve ne çıktı dersiniz? Biz bu saydıklarımızı bilirken, üç profesör, bir doçent, bir uzmandan oluşan heyet hiçbir şey bilmiyormuş. Rapordan aktarırsak; sorulduğu üzere düşme öncesi travmaya maruz kalıp kalmadığı, düşme olayının kendi iradesiyle mi meydana geldiği, kazayla mı oluştuğu veya bir başkası ya da başkalarının etkisiyle mi meydana geldiği, düşme esnasında şuurunun yerinde olup olmadığı ve öldürüldükten sonra atılıp atılmadığı hususunu tıbben bilmiyorlarmış.
Ne güzel değil mi, olayı aydınlatmadığı gibi var olan bulguları da yok kabul eden bir bilirkişi raporu. Çet ailesinin avukatı umudunu ODTÜ ya da Gazi Üniversitesi’nin Fizik bölümlerinden istemeyi düşündüğü yüksekten düşme raporuna bağlamış durumda. Bizimse umudumuz gencecik bir kadını hayattan koparmanın cezasız kalamayacağını, cinayetin intihar süsü verilerek örtbas edilemeyeceğini ispat edecek bir adaletten yana. Adli Tıp Kurumu bilmiyorsa bile birileri biliyor, göz önündekini görüyor olmalı.