Her yıl haziran ayında bütün dünyada rengarenk görüntülerle kutlanan Onur Haftası, bizde gittikçe daha şiddetli sonuçlar doğuruyor. Adeta toplumdaki bütün kutuplaşmaların birleşip vücut bulmuş halini izliyoruz Onur Yürüyüşü gününde. Şarkılarla, danslarla, gülerek eğlenerek geçebilecek ve eskiden geçmiş olan - bir güne neden bu derece büyük bir öfke sığdırılıyor, niye böyle olmak zorunda gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Önceki gün her tarafı barikatlarla çevrilmiş Cihangir’de çekilmiş videolardan biri, tam da bu anlamayışıma karşılık geldiği için çok etkiledi beni. İki genç insan, karşılarında boydan boya yolu kapatan polisler, bir tanesi sadece soru soruyor. Diyor ki “Neden yürüyemiyorum ben kendi ülkemin topraklarında?” Karşısında büyük bir suskunluk. “Neden ya?” diyor, “Kimseye zarar vermiyoruz, kimseden bir şey istemiyoruz, şuradan geçip gideceğiz”. Karşısındaki büyük tepkisizlik onu çileden çıkarıyor sonunda ve “Aynı yerlerden gelmedik mi? Aynı sıralarda okumadık mı?” gibi son derece doğal bir soru soruyor. Nedir yani bu düşmanlığın sebebi?
Ne olabilir sahiden? İnsanların cinsel yönelim- lerinden ötürü itilip kakılmadığı, ötekileştiril- mediği, şiddet görmediği, herkesin birbirinin farklılıklarına, renklerine saygı gösterdiği, bir TV yorumcusunun ekrana çıkıp “Homofobik değilim ama onlar da hayatlarını kendi içlerinde yaşasınlar” gibi cümleler kurmadığı, sevgi ve barış içinde bir “Pride” kutlaması yapılsa neyimiz eksilir? Gene önceki günün videoları arasında elinde gökkuşağı çantası, arkasında adımlarını ona göre ayarlayan bir polis kortejiyle yürüyen, fazla yaklaştıklarında “Yavaş yavaş yürüyeceğiz arkadaşlar” diye onları uyaran bir kadın vardı. O yürüyebiliyordu, çünkü anlaşıldığı üzere yabancıydı. Polis onu susturma durdurma yoluna gitmiyordu. Kadın da güle oynaya yürüyordu işte. Kıyamet kopmadı, büyük olasılıkla evlerdeki küçük çocuklar camdan ona özenip cinsiyet değiştirmeye kalkışmadılar. Bilmiyorum ki hangisi daha arzu edilir bir manzaraya benziyor oradan bakınca? İlk videodaki gencin dediği gibi, aynı yerlerden geldik, aynı sıralarda okuduk, aynı havayı, aynı toprağı paylaşıyoruz. Birbirini anlamak, farklılıklarıyla kabul etmek o kadar zor değil, olmamalı.
Anlamayı kolaylaştıran filmler
Bir önceki cümleyi “zor olmamalı” diye bitirdikten sonra, yok illa zorsa da kolaylaştıran bir öneride bulunmak istiyorum. Önce bakmak, görmek ve anlamaya çalışmak. Bunun için ne mutlu ki sanat var, sinema var. Can Candan’ın 2013 tarihli belgeseli “Benim Çocuğum”, olaya “çocukları için endişelenmek” cephesinden yaklaşan ebeveynleri çocukları LGBTI+ olan Türkiyeli bir grup anne ve babayla tanıştırıyor. İstanbul’da yaşayan yedi ebeveynin deneyimleri, çocuklarının büyüme ve kendilerine açılma dönemleri, bu süreçle baş ederken geçtikleri zorlu yollar, o derece ufuk açıcı ki.
Öte yandan Pera Film, Onur Haftası’nı çevrimiçi gerçekleşecek bir film programı ile kutluyor. Program adını, 2021’de hayatını kaybeden trans müzisyen Sophie’nin şarkısından alıyor: Yepyeni Bir Dünya. Dünyanın farklı bölgelerinden işte, evde, sokakta yeni bir dünya kurmak için mücadele eden kuir karakterlerin anlatan dört film, 15 Temmuz’a kadar film.peramuzesi.org.tr adresinde ücretsiz olarak izlenebiliyor.