Kırmızı tasması, ışıldayan tüyleriyle son derece havalı, simsiyah bir köpek. Adı Nemo imiş. Jules Verne’in “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah”ındaki denizaltıyı komuta eden kaptan Nemo’dan alıyor ismini. Üzerinde de sahici bir komutan edası var zaten.
Nemo, Elysée Sarayı’nın yeni köpeği. Emmanuel ve Brigitte Macron tarafıdan sahiplenilmiş. 1969’da cumhurbaşkanı olan George Pompidou’dan beri devam eden bir gelenek bu. Fransa cumhurbaşkanları saraya mutlaka en az bir adet dört ayaklı arkadaş getiriyor. Valéry Giscard-d’Estaing’e resepsiyonlarda, çalışma odasında, Noel partilerinde eşlik eden av köpeği Jugurtha mesela, en ünlülerinden biri.
İki yaşında bir labrador olan Nemo da şimdilik en popüleri. Emmanuel Macron’un Afrika’dan Avrupa’ya göç temalı zirveye katılan Nijer Cumhurbaşkanı Mahamadou Issoufou’yu karşıladığı görüntülerin ilgi odağı, basının ve sosyal medyanın gözdesi, merdivenlerde gururlu bir ev sahibi olarak dikilen Nemo oldu. Kim derdi ki bir ay önce barınaktaydı.
Bizdeki durumu düşününce insan özenmiyor değil. Mümkünse evlerimizi hayvanlarla paylaşmayalım, sokaktakileri ölü ya da diri, uzaklaştıralım; ya zehirletelim ya barınağa yollayalım, barınaklardakileri zaten kaderlerine terk edelim. İlle bir hayvan alacaksak gidip pet shop’lara dünyanın parasını dökerek yeni doğmuş ve tabii ki en safkan olanından alalım. O sevimli yavrunun tez zamanda büyüyeceğini, dökülen tüyleri, akan salyaları olacağını, ilgiye ihtiyaç duyacağını ve daha bir sürü şeyi hiç hesap etmeyelim. Hayatın bu gerçekleriyle karşılaştığımızda da bize ve eve alışmış olan hayvanı sokağa ya da barınağa terk edelim. Bizde süreç böyle işliyor genelde.
Fena mı olurdu bizim de devlet yönetimi katlarında böyle bir geleneğimiz olsa, insanlar barınaktan köpek sahiplenen başbakanlar, cumhurbaşkanları görse, buna özense? Bir tek örnek söylenen onlarca sözden etkili olup çok şeyi değiştirebiliyor çünkü.
Bakıyorum yorumlara; Nemo’yla ilgili haberleri “gösteriş için” bulanlar bolca. Öyle olsun, gösteriş olsun varsın. Bir kişi bile bu “gösteriş”ten etkilenip köpek satın alacağı yerde barınağa gitse kârdır.
Tabii aynı haberlerin altında bir de kadim “Köpek alacaklarına çocuk evlat edinselerdi” korosu dile gelmiş durumda. Her zamanki gibi insanla hayvanın canının önemi birbiriyle ölçülüyor. Biri birinden değerliymiş ya da biri diğerine engelmiş gibi.
Türkiye’deki yorumcularda ise “Bir Müslüman çocuğun değeri o köpeğin tüyü kadar değildir gözlerinde” eğilimi mevcut. Sanıyor musunuz ki sokakta bir köpeğe tekme sallayan insan, savaştan kaçıp bu ülkenin sokaklarına sığınmış bir göçmen çocuğa - hadi çok istiyorsanız ‘Müslüman’ çocuğa - büyük bir merhametle yaklaşıyor?
Bir daha bakın etrafınıza. Birine kötü davrananın ötekini de itelediğini, ikisinden de aynı “Iyy, eteğime sürünmesin de” duygusuyla kaçtığını göreceksiniz. Canlılar arasında ayrım yapan hayvanı da sevemez insanı da.