İçinden yetenekler çıkan matruşka gibi

15 Mart 2015

Zuhal Olcay altı yıl aradan sonra “Başucu Şarkıları 3” albümünü çıkardı.Bu, müzikseverler adına sevindirici bir haber ama onun gibi bir oyuncunun sinema ve tiyatrodan bu kadar yıl uzak kalması büyük kayıp bir yandan da...

Çıkalı tam 25 sene olmuş ama “Küçük Bir Öykü Bu”, hâlâ popüler müziğimizin en özel albümlerinden biri ve hâlâ gerçek anlamda “başucumuzda” duruyor. Bir aşk ilişkisinin tüm evrelerini anlatan bir albümdür o... Heyecanlı başlangıçların, giderek sıradanlaşmaların ve nihayet kopuşların Mehmet Teoman’ın sözleri, Vedat Sakman’ın besteleri ve Zuhal Olcay’ın büyülü sesiyle dile geldiği bir albüm... “Allah Allah, şahane bir oyuncu ama şarkı da mı söylüyormuş?” da dedirten tabii... Evet, söylüyordu... Hem de kendisini bildi bileli...

Bu yüzden de Mehmet Teoman elinde bir dosyayla gelip onu “Evita” müzikalinin setinde bulduğunda bir an bile tereddüt etmemişti. Henüz bestelenmemiş sözler vardı dosyada. İstiyordu ki bu şarkıları bir oyuncu söylesin. Çünkü bir hikaye anlatabilmek, bir duygu geçirebilmek gerekiyordu. Zuhal Olcay için biçilmiş kaftandı yani. Üstelik hayatta hiçbir şeye hayıflanmak istemeyen gözü kara bir kadındı, hemen sıvadılar kolları. Ve ülkenin en

Yazının Devamı

‘KADINI’ EN iYi O ANLATTI

13 Mart 2015

Çok önemsermiş doğum günlerini... Martın 9’u için ocaktan başlarmış hazırlıklar... Bu kez oğlu, gelini, dostları, 94 yıllık ömrünün tanıkları kutladı onun yokluğunda. Ben de en sevdiğim şarkıların altında hep Fikret Şeneş imzasını göre göre büyümüş bir kadın olarak katıldım Park Şamdan’daki o geceye. Kadını daha iyi anlatan bir söz yazarı bence yok, Türk popunda... Belki yazmaya 40’ında başladığından, belki sevdiği adama kavuşamadığından, onun şarkılarında başka bir olgunluk var. “Dilerim ki mutlu ol sevgilim, ben olmasam bile hayat gülsün sana” der gibi işte...
Celal ve Şebnem Çapa, gecenin ev sahipleriydi, Fikret Şeneş’in ‘manevi oğlum’ dediği Hakan Eren, baş mimarlarından. Barkovizyonda fotoğraflarıyla Fikret Şeneş, sahnede onun şarkılarını söyleyen Jale vardı. Sonra Şeneş’in çocuklarının babası Bedi Çapa’nın sonraki eşi Gönül Yazar çıktı sahneye.
“Kocasıyla evlendim ama çok yakındık biz” dedi, “Belki bu gece bana buradan bir koca çıkar”a bağladı...

Ajda Pekkan yoktu
Kimler geldi kimler geçti sahneden... ‘Kara Sevda’yı müthiş söyleyen Semiha Yankı, delikanlılık sesini aynen koruyan Ersan Erdura, ‘Fikret Teyze’sine ‘Arkadaş’la selam yollayan Melike Demirağ, ‘Kimler

Yazının Devamı

KISACIK BiR OYUN

10 Mart 2015

“Siz bir yerde gölgesiz yaşamayı bilir misiniz? Gölgenizin olmadığını fark ederseniz çok korkar mısınız? Ben böyle yaşıyorum. Aslında bildiğim hiçbir şey yok! Nerede doğduğumu bilmiyorum, boşlukta gibiyim... Zaman zaman ölmeyi deniyorum, olmuyor. Ölüm bile bana yabancı bir dilde. Hiçbir cümle beni anlatmıyor!”
‘Anadil’, hani doğduğumuzda anamızdan duyduğumuz ninninin dili, ilk öğrendiğimiz sözcüğün dili... Birilerinin dünyaya gözünü açtığı anda sahip olduğu bir hakken, başka birilerinin kullanmak için mücadele etmesi gereken şey... Sevindiğimizde kahkahamızın, içimiz yandığında gözyaşımızın dili...
Başka dilleri ne kadar sular seller gibi öğrensen de, yaşadığın yere kök salıp yerleşsen de, “Duyduğun ilk sözcük yoksa yanında, öksüz gibi kalırsın” diyor Hediya. Bir ‘çenadengizi’ o. Kaybettiği umuduna doğru giderken dilini kaybetmiş bir ‘denizkızı’. Cümlesi kayıp artık, bu dünya onu anlamıyor. Zaman zaman Zazaca notlar yazıp bırakıyor şehrin çeşitli köşelerine. Sırf bir gün dilinden anlayan birinin eline geçerse, ‘onun için bildiği en saf dilde dua etsin’ diye.
Akşamlardan bir akşam, yolu ‘Eli’yle kesişecek. Denizsiz memleketten gelmiş, anasından “Önce hayal edebildiğin

Yazının Devamı

Bandanalı çocuğun suçu neydi?

8 Mart 2015

Çelik soyunup kontrbasın arkasına geçtiği fotoğraflarıyla bu hafta sosyal medyayı salladı. Bir kez daha anladık ki devir değişse de Çelik’in kendinden bahsettirme yöntemleri sabit kalıyor

Şarkıları sözlerini sorgulamadan sevdiğimiz bir dönemin şarkıcısı Çelik. Pop müzik “patlamış”, ortalığa bugün hâlâ barların en hoplaya zıplaya dinlenen şarkıları saçılmış. İzel-Çelik-Ercan dağılmış, Çelik Erişçi üzerinde meşhur renkli kazağı (ileride iPhone kazağı olarak anılacak unutulmaz bir kült obje), başında bandanası ile “Ateşlerde”. “Gitme, gelme, yapma, etme derken / Bir sıkımlık aşkımız da bitti / Gönlüm şimdi yeni bir kızda” diyor, “Dum ka ka” diye de devam ediyor: “Hayır mı şer mi bilmiyor ama, ateşte”.

“Popçu Çelik”in tek başına doğuşuydu bu. Ama onun “popçu” sıfatıyla derdi vardı ve sık sık altını çizdiği “akademik kariyerinden” ötürü “başka bir yerde” görüyordu kendisini. O “yeri” korumak için de her yol mübahtı.

“İstediğim zaman istediğim rolü yaparım”

12 mayıs 1966’da İstanbul Silahtar’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi Çelik Erişçi. İsmi, babasının çalıştığı Arçelik fabrikasından geliyordu. Pendik Lisesi’ni ite kaka bitirdikten sonra gizli gizli

Yazının Devamı

Bu masal başka masal

6 Mart 2015

Galiba ben başka bir film izledim. İlksen Başarır’ın son filmi ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’un gala gecesiyle ilgili haberlerde hep aynı başlık yer aldığına göre... “Sanki Grinin Elli Tonu’na geldik” demiş davetliler. Filmde sevişme sahneleri öne çıkıyormuş.
Hakikaten şaşırtıcı. Sanıyorum ekranlarda her şeyi buzlar arkasında görmekten ve tavan yapan sansürden ‘öne çıkan sevişme sahnesi’ nedir, onu unuttuk.
Çünkü Başarır’ın senaryosunu Mert Fırat’la birlikte yazdığı filmde günümüz ilişkilerine dair öne çıkan pek çok ‘gerçek’ var ve sevişme kesinlikle bunlardan biri değil.

‘Ozan’la ‘Nehir’in öyküsü
Bilmediğimiz bir sebepten ilişki özürlü hale gelmiş rock şarkıcısı bir adam var; ‘Ozan’ (Mert Fırat). Aslında sonunda anlıyoruz ki, hiç değilse geçerli bir sebebi olduğundan hoş görülebilir.
Ortalıkta

Yazının Devamı

CANAVARLARLA YÜZLEŞME

3 Mart 2015

Anne babası tiyatro sahnesinin başarılı oyuncuları... Kulislerde büyüyor; onu kucaktan indirmeyen ablalarının, abilerinin elinde, ışıkların, yaldızların, şatafatın içinde...
Ama hepsi bir yana, kral babası bir yana... Babası bu, sever de döver de... Hatta en çok da sevdiğinden döver. Annesini de döver, o dayanamayıp gittikten sonra hayatına giren Ayşe ablasını da, tabii ki ‘küçük prenses’i Deniz’i de. Hep sevgisinden, büyüyünce anası gibi ‘o.pu’ olmasın diye... Hem hepsi ‘oyun’, annesinin dediği gibi... Öyle olmasa sonra kendi açtığı yaraları kendi sarmaya çalışır mıydı babası?
Üç yıl önce ‘Zenne’yle parlak bir çıkış yapan Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yeni filmi ‘Çekmeceler’, bu sefer dehşet verici ve aslında bir o kadar da ‘sıradan’ bir aile hikayesi anlatıyor.
Çünkü evet, dört beş yaşındaki kızını ayrı kaldığı annesinin battaniyesinin altına girip mastürbasyon yapıyor mu diye anahtar deliğinden gözetleyen, yakalarsa eline makası alıp kesmekle tehdit eden, koca kız olduğunda hâlâ ıslak mı diye don kontrolü yapan bir baba, pek ortalıkta anlatılası bir hikaye olmadığından, birilerine ‘fantastik bir figür’ gibi gelebilir. Ya da bütün bunlar olurken kızını alıp olay

Yazının Devamı

GERÇEK BiR AiLE FiLMi

27 Şubat 2015

Tam 39 yıldır aynı yastığa baş koyan bir çift... Bugün “İki insanı 40 yıl bir arada tutan ne olabilir?” diye sorulsa akıllara ilk gelecek şeylerin çoğu yok onlarda: Uğruna evliliklerini sürdürmek zorunda oldukları çocukları yok, bir sosyal statüden, yürütülmesi gereken aile bağlarından söz edemeyiz...
Kimse kimseye ekonomik olarak bağımlı da değil. Özetle sadece birbirlerine olan sevgileri var. Nokta.
Zaten onları ‘sıra dışı’ yapan da bu. 40 yıl birbirlerini sevdikten, iyi kötü her şeyi paylaştıktan, güçlükleri beraber aştıktan sonra evlenmeye karar veren iki erkek olmaları değil. ‘Ben’le ‘George’un ‘Love is Strange/Aşk Başkadır’da anlatılan ilişkisini etkileyici, dokunaklı ve ilham verici kılan, tam olarak bu iki insanın hiçbir çıkara bağlı olmayan, saf aşkı.

Kendi hayatından esinlenmiş
‘Ben’ 71 yaşında bir ressam, ‘George’ ondan 10 yaş kadar genç bir müzik öğretmeni. Evlilik yasasındaki bir değişiklikten yararlanıp beraberliklerinin 39’uncu yılında nikahlanmaya kalkıyorlar ve hayatları tepetaklak oluyor.
Zira o kadar yıldır ‘George’un ‘Ben’le beraber olduğunu gayet iyi bilen katolik okulu, ‘evli barklı’ bir eşcinsel öğretmene hazır olmadığı için onu

Yazının Devamı

HEM SEV, HEM DEĞiŞTiR

24 Şubat 2015

Doğup büyüdüğün topraklara yabancı kalma, nerede olursan ol, kalabalıklar içinde bile yalnız olma, sesinin bir büyük uğultu içinde kaybolup gittiğini, gerçekten duyacak bir kulağa asla ulaşamadığını hissetme... Galiba bu saydıklarım bugünlerde herkesin, özellikle de kendini sistemin bir parçası olarak görmüyorsa, bir şeylere itirazı varsa, altına imzasını atacağı haller. Üstelik bu itirazlar da kendi içlerinde gruplara ayrıldığı için, bir noktada birleşmek de mümkün olmuyor.

Meğer ‘tek’mişiz...
Bir an geliyor, ortak bir öfkeyle, ortak bir isyanla el ele tutuşuyoruz, sanıyoruz ki aslında ‘çok’uz ve o bütünün anlamlı bir parçasıyız. Üç beş gün sürüyor, herkesin kendi köşesine çekilip içine kapanması. Görüyoruz ki meğer ‘tek’mişiz. Gene aynı koyu yalnızlık duygusu, “Sesimi duyan kimse yok” küskünlüğü...
Kimisi bu küskünlükle kendi kalesinde etrafına duvar çekip yaşamını sürdürür, arada da ‘bu ülkeyi terk etme’ hayalleri kurarken, kimisi de belki yine aynı duyguları paylaşan birilerine sesini duyurmayı seçebiliyor. Körü körüne ‘Ya sev ya terk et’e inanmadıkları için...
Bir şeyi sevmenin onu eleştirmeye engel olmadığını bildikleri, hem sevip hem değiştirmeye çalıştıkları

Yazının Devamı