Şehirlerdeki sanat eserleri bir zamandan sonra insanlarda aşinalık yaratır. Bir çeşit aldırmamazlık oluşur. Hani her gün önünden geçeriz de görmemeye başlarız. İlk gördüğümüzde hayranlık duyduğumuz bir eserin varlığını bile unuturuz, bir kez daha önünde durup düşünmeyiz. Sinop’ta yaşanan tatsız olaylarla ilgili günlerdir okumadığımız, dinlemediğimiz kalmadı. Ben en çok bu güzel kentin -ki benim de küçüklüğümde bir dönem yaşamışlığım vardır ve yaşamıma dair ilk hafıza kayıtlarım bu şehre aittir- girişindeki Diyojen heykelini düşündüm.
Erdeme gölge düştü
İlk dikildiğinde de akıllara durgunluk veren tartışmalara sebep olan 5.5 metrelik bu heykelin önünde acaba Sinop halkı hiç durup düşünür mü? Acaba belki de tarihin en sıradışı karakterlerinden biri, onlarca edebiyat eserine ilham kaynağı olan bu adama bakıp ne demek istediğini hiç anlamaya çalışırlar mı? Sonuç itibariyle bir sanat eseri sadece bir yerde dursun diye konmaz, biraz olsun insanları düşünmeye teşvik etmesi hedeflenir.
Sinop’ta doğmuş ve şimdi de her gün Sinop halkına bakan Diyojen’in elinde ne var? Bir fener. Biliyorsunuzdur ama belki unutmuşsunuzdur diye ben gene tekrarlayayım; gündüz vakti elinde fenerle gezen Diyojen’e nedenini sorduklarında “Dürüst bir insan evladı arıyorum” der. Hayır hayır, bu heykel ilk dikildiğinde MHP İl Başkanı’nın dediği gibi “Sinop’ta adam yok” demek istememiştir. Zaten bu lafı Sinop’ta değil Atina’da etmiştir, o ayrı konu. Bu felsefi bir yaklaşımdır, Diyojen erdemli bir adam aramaktadır. Ki ona göre erdem kendini insanın yaşantısında gösterir, teorilerde değil. Yani Can Dündar’ın dünkü yazısında dediği gibi: “Muhtemelen Sinop’ta BDP’li vekilleri linçe kalkışan Karadenizliler içinde de ülkesine iyilik yaptığını düşünenler vardır.” Ancak kendi memleketlilerinin bütün bir dünyayı etkilemiş felsefesine göre hareketleri niyetlerinin önüne geçmiş ve belki de sahip oldukları erdeme gölge düşmüştür.
Kötülüğün temeli
Neyi savunmuş Diyojen? Demiş ki insanlar kötülüğün gerçek tabiatından rahatsızlık duymak yerine söylenegelmiş, alışılmış yorumlarına inanmayı tercih ederler. Üzerine konuştuğumuz kötülüğün ana kaynağını bulup ona karşı akılla savaşmak ya da karşı koymaktansa şehre gelen üç beş kişinin üstüne çullanmak biraz kolaya kaçmak değil mi?
Başka ne demiş Diyojen? Herhangi bir şeye fazladan bağımlı olmayı reddetmiş. Nerelisin diye sorduklarında cevabı “Dünyanın bir vatandaşıyım” olmuş. Ancak aidiyet duygusundan sıyrılabilirsek mutlu olabileceğimizi söylemiş. Sokaklarda, bir fıçının içinde yaşarken suyunu içtiği bir bardağı varmış, onu da bir gün bir çocuğun avucuyla su içtiğini görünce atmış. Buna da ihtiyacım yok demiş. Siz bundan isterseniz materyalist dünyaya karşı durmayı anlayın, isterseniz körü körüne bir kimliğe, ideolojiye ait olmamayı. Belki sonuç itibariyle ait olduğumuz tek şeyin bu dünya olduğu fikrine kapılacaksınız.
Gölge etme yeter!
Belki o kadar arınacaksınız ki size ahkam kesecek biri geldiğinde kale almayacaksınız. Hani anlatılana göre Büyük İskender felsefe meraklısı olduğu için Korint’e geldiğinde adamlarıyla Diyojen’in içinde oturduğu fıçının yanına gelmiş. Benden bir isteğin var mı demiş, o da “Işığımı kesme yeter” diye cevap vermiş, yani gölge etme başka ihsan istemem. Büyük İskender ne de olsa büyük, vurun kellesini emretmemiş, “Bu hayatta Büyük İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim” demiş.
Ya. Bir heykel deyip geçmemeli. O fener, o adam, yanındaki o köpek bize neler anlatıyor anlamaya çalışmalı. Belki sadece Sinoplu değil, bütün millet gidip önünde bir durmalı, düşünmeli.