Yoksa bu başlık iş arkadaşın için değil de senin için geçerli olabilir mi? O duygusal olgunluğa erişmemiş kişilerden biri de sen olabilir misin? İş ilişkilerini geliştirmek (ister müşterilerle ister iş arkadaşlarıyla olsun) ve kurum içi nabzı dengeli tutabilmek için yapılan bireysel ve grup koçluklarında neredeyse tüm sorunların temelinde “Duygusal Olgunlaşmama” sorunuyla karşılaşıyoruz. İş dünyasında çok iyi okullardan ve programlardan mezun olmuş, çok iyi iş tecrübelerinden geçmiş ama duygusal olarak olgunlaşmamış bireylerin duygusal (tepkisel) içe veya dışa yönelik davranış kalıpları çalışma performansını ve şirket içi mutluluğu olumsuz yönde etkiliyor.
Duygusal olgunluğa erişmiş / (ya da erişememiş) olmanın göstergeleri;
- Güçlü / Acımasız
- Dayanıklı / Zalim
- Sorumluluk alan / Suçlayan
- Yüzleşen / İnkar eden
- Anlamaya çalışan / Anlaşılmayı bekleyen
- Özür dileyen- hatasını kabul eden ve telafi gayretinde olan / Kibirli
Nasıl ki dünyamızda var olan her şey bir enerjiyse Korona virüsü de bir çeşit enerji. Neydi evrensel yasalardan biri; “Benzer benzeri çeker”. Her türlü zarar veren virüs, sağlıklı (zihinsel ve bedensel) insanın titreşiminden (evrene yaydığı frekans) daha düşük bir frekansa sahiptir. Şimdi sen korkarsan bağışıklık sisteminden çalarsın, kötü beslenirsen bağışıklık sisteminden çalarsın ve titreşimin de düşer. Sonra da, bu titreşimine eş değer en yakın virüse davetiye çıkarırsın. Çünkü o virüs de, senin benim gibi ayakta kalmaya, yaşamaya çalışıyor. O virüs için en iyi yaşam alanı, kendi frekansına yakın bir bedendir. Sağlıklı beslenmek ve temiz olmak önemli ama ondan daha da önemlisi temiz, sağlıklı düşüncelerimiz; dolayısıyla da düşüncelerimizle harekete geçirdiğimiz duygularımız. Düşünce yoğun olursa hayal gücüyle olumlu ya da olumsuz duygular tetiklenir. Duygu işin içine girdimi de, beden titreşimi değişir. İşte bu yüzden şu an fiziksel sağlığına dikkat ettiğinden çok daha fazla, zihinsel sağlığına dikkat etmeni tavsiye ederim. Korona’dan önce sanki ölümsüz müydük ki şimdi bu kadar ölümden korkar olduk. Sorun ölüm değil, acı çekerek ölmek diyorsan cevabım şu olur; zaten bir gün
“Fırsatçı” kelimesi bize anlam olarak pek hoş gelmeyebilir. Çünkü bazı fırsatçıların başkalarının zor durumlarından yararlandığını ve onlara zarar verdiğini biliriz. Ama bu herkes için geçerli değildir. Lügatta fırsatçı kelimesinin anlamı: Fırsatları iyi değerlendiren, içinde bulunduğu koşulları değerlendirmeyi bilen kimse olarak geçer. Bu bağlamda, şu an en iyi fırsatçılardan biri de sen olmalısın. Belki içinden bir ses “ne fırsatı, fırsat mı var, ortada kriz var Arzu Hanım” :) diye sesleniyor olabilir. Şu an bir corona oyununun içindeyiz ve oyundan çıkma şansımız yok, tek şansımız oyunu en iyi şekilde oynamak. Amacımız sağlıklı kalıp bu krizden fırsat yaratarak oyunu tamamlamak. Her şey gibi bu da geçecek ama geleceğimizi bu süreçte neler yaptığımız belirleyecek.
Oyunun iki kuralı var.
Birinci kural: Sağlıklı yaşam tarzına uyarak evde kalmak,
İkinci kural da: ‘’Başkalarına veya kendine zarar vermeden fırsatçılık yapmak‘’.
Evet, bu bir oyun ama çok ciddi bir oyun. Kurallar basit ama çoğu insan
Her konuşma zihnimize yeni bir program yüklemesi ya da var olan eski bir programın düğmesine basarak aktive olmasını sağlar. Bu sabah yataktan çıkarken kendinize ne dediniz, buraya gelip bu kapıdan girerken içinizden ne dediniz, şu ana kadar iletişim kurduğunuz insanlara ne söylediniz ya da ne duydunuz? Her ne söylediyseniz eğer farkında değilseniz kendinizin (ya da başkasının) düğmesine basıp anlaşma yaptınız ya da dinlediğiniz kişiler sizin düğmenize bastı ve siz onların işaret ettikleriyle bir anlaşma yaptınız. İçimizdeki sistemde ‘’sen- ben’’ ayrımı yoktur. Kendimize veya başkasına söylediğimiz kelimeler ve yarattıkları duygular bizi etkiler. Ve illüzyon başlar. Şimdi size ‘’bıçakla kesilerek öldürülmüş bir kadın cinayetinden bahsedeceğim ‘’ dediğim anda zihninizde hemen bıçak-kadın- hatta kan görüntüsü bile canlanmaya başlamıştır. Ya da ‘’ güneşli bir günde uçan kuşların hikayesini anlatacağım ‘’ dediğimde güneşi-kuşları zihninizde gördünüz bile, hatta
Neden pembe kadınlar? Çünkü pembe sevgi, şefkat ve beslemeyi simgeliyor. Ve bu özellikleri tüm kadınlar yüreklerinde taşırlar. Çünkü yaradılışları böyledir. Her kadın pembe kokar. Çocuk sahibi olsun olmasın her kadın besler, her kadın emek verir. Oyuncak bebeğini besler, kedi köpek besler, çiçekleri besler, arkadaşını besler, erkeğini besler… Bu yüzden tüm kadınlar emekçidir. Hayatında mutlaka sevdiği birileri olur, yüreği de elleri de şefkat kokar. İşte bu yüzden tüm kadınlar pembedir.
Peki benim size rengarenk hediyem nedir? 21 Günlük Bolluk Bereket çalışması. Rengarenk dedim çünkü bolluk ve bereketin rengi mavi, kırmızı, altın sarısı, mor… Bir de bizim pembemiz :) olduk mu rengarenk :) Bu çalışmaya 11 Mart’ta başlayacağız. Çalışmaya katılmak isteyen ilk 21 Kadın takipçimi alacağım. Bolluk bereket çalışması sadece maddi bollukla ilgili değildir, aşk, sevgi, sağlık, arkadaşlık, iş …hangi alanda bolluğa ihtiyacın varsa o alanda kendiliğinden çalışır. Çalışmada kendimizi
Zihin dilimiz çocukluğumuzdan bu yana biz farkında olmadan ailemiz ve yakın çevremiz tarafından kendiliğinden oluşur. Bu oluşum otomatik olarak çalışır ve bugünkü yaşam kalitemizi etkiler. Neyi yapıp yapamayacağımız, neye kızıp kızmayacağımız ya da neyi hak edip etmeyeceğimizden tutunda aşkla, parayla, sağlıkla hatta şansla olan ilişkimizi bile belirler. İşte bu yüzden aynı Dünya’da farklı hayatlar yaşarız. Her birimizin gerçekliği farklıdır. Herkse kendi gerçekliğini yaşadığına göre de her yaşam kişinin kendi yarattığı illüzyonudur.
Düşünce ve konuşma şeklindeki ‘’kıtlık ve kısıtlayıcılık’’ insanı sahip olduğu potansiyelinin çok daha altında bir yaşam illüzyonuna götürür. Para yok, iş yok, aşk yok ya da yapamıyorum, yetersizim, kurtulamıyorum, değişemiyorum… gibi düşünceler veya yanlış kemlime seçimleri, ters cümle kurguları, kullanılan metaforlar ve hatta yargılar insanı istemediği bir yaşam illüzyonuna sürükler. Zihne ne girmişse yaşam da o akar.
NLP & Zihin Dili (Dil İllüzyonları) Programında yeni bir konuşma diliyle yeni düşünme şekilleri oluşturup zihin dilimizi yeniden programlayabiliriz. Tabi bu bilgileri ciddi anlamda düzenli olarak uygulamanız gerekir. (Online
Yarısı su olan bir bardağın boş kısmına odaklanırsan eksik suyla ne olmayacağını ya da ne yapamayacağını düşünürsün. Dolu tarafına odaklanırsan o suyla neler yapabileceğini düşünürsün. İkisi de gerçektir. Ve yarısı su olan bardak iki farklı gerçeklik yaratmıştır. İki gerçeklik varsa ortada bir illüzyon vardır. Hangisini tercih edersin?
Eğer ben sana ”yarısı boş bardakla ne yapabilirsin” dersem seni boş bardak illüzyonuna yönlendirmiş olurum. Çünkü senin zihnine ne düşüneceğini söyledim. Hayatı tecrübe etmemiş bir çocuğa ”hayat çok acımasız, çok zor, sana zarar verecek insanlar var” dersem o çocuğu acımasız, zor ve kötü insanlar illüzyonuna yönlendirmiş olurum. Korkutulursak korkmayı ve korkutmayı, yargılanırsak yargılamayı ve yargılandığımızı sanmayı, eleştirilirken eleştirmeyi öğreniriz.
Bazı insanlar istediklerini elde ederken bazıları elde edemiyor. Bazıları şanslı bazıları şansız oluyor. Bazıları mutlu bazıları mutsuz oluyor. Asıl farkları sahip oldukları zihin programları ve bu programın
Dinginlik; Tanrı’nın konuştuğu dildir. Ve bu dünyada var olan her şey bu dilin kötü bir tercümesidir. Dinginlik boşluğu anlatır. Dinginliğin farkına düşüncelerle varamayız çünkü dinginliğin bir biçimi, formu yoktur. Farkına varabilmek için dingin OLMAK gerekir. Yani düşünce olmadan bilinçli olabilmek.
Bir insan dingin olduğunda, fiziksel ve zihinsel bir varlık olmadan önceki haliyle temas kurar. Şu anki geçici varlığının ötesindeki gerçek ve sonsuz haliyle birleşir. İşte o zaman insan uyanık olur. Düşüncelerde kaybolmak yerine düşüncenin ardındaki farkındalık olur. O zaman düşünce, kendi başına hareket eden ve tüm hayatınızı yöneten otonom bir akış olmaktan çıkar. Farkındalık düşünceden ayrılır. Düşüncenin sizi kontrol etmesinin yerini farkındalığın hizmetkarı olması alır. Ve farkındalık Evrensel zeka ile kurulan bilinçli bir bağlantıdır.
Bu iki paragraf Echarte Tolle’nin Dinginliğin Gücü adlı kitabından çıkardığım küçük bir özet. Birazcık olsun ilginizi