“Genler topluluğu” anlamına gelen Kommagene bir medeniyettir; ve Nemrut Dağı’na bu medeniyeti tanımak için gidilmelidir
M.Ö. 163 ile M.S. 72 yılları arasında günümüz Anadolusunun Adıyaman, Malatya, Gaziantep bölgelerinde varlığını sürdürmüş olan Kommagene Krallığı döneminin siyasi ve dini olayları karşısında ilginç bir duruş sergilemiş olmasıyla önem arz eder.
Başlangıçta Helenistik dönemin güçlü krallığı Selevkoslar ve akabinde Anadolu’ya yerleşen Roma İmparatorluğu’na karşı var olma mücadalesi vermişlerdir. Özellikle Kral 1. Antiokhos’un keskin zekası sayesinde bu mücadele dinsel inanç ve siyasi eğilimlerle sürdürülmüştür. İmparatorluğun güçlü Küçük Asya Valisi Lucullus tarafından tarih sahnesinden silinen Kommagene Krallığı’nın toprakları Roma’ya bağlanırken hazinelerinin büyük çoğunluğuna da Vali Lucullus el koyar. Hatta Asya vilayetlerinden elde ettiği gelirlerle o denli zenginleşir ki, Roma’ya döndüğünde son derece şaşaalı bir hayat yaşar. Lucullus’un bu pervasızca harcamalarından dolayı onun adına istinaden “lüx” kelimesi türemiştir.
Kommagene “genler topluluğu” anlamına gelir. Sahip oldukları coğrafyada yaşayan tüm halklar ile kurdukları iyi ilişkiler neticesinde varlıklarını iki yüz yıla yakın bir zaman koruyabilen krallar arasında en önemlisi 1. Antiokhos’tur.
1. Antiokhos küçük olmakla birlikte huzurlu ülkesinin varlığını devam ettirebilmek için doğudan ve batıdan gelen tüm tehditlere karşı dini çok önemli bir araç olarak kullanmıştır. Keza bunun en önemli göstergesi Nemrut Dağı olarak bilinen Anti Toros Dağları’nın 2100 mt. zirvesine kendisiyle birlikte tanrı heykellerini yaptırmış olmasıdır. Henüz hayattayken başta kendi halkına, akabinde de ülkesini tehdit eden düşmanlara karşı anne tarafından Büyük İskender, baba tarafından da Pers Kralı Daryus’a soyunu dayandırır. Böylece o dönemde tanrı-kral unvanları olan bu kişiler vasıtasıyla yaşarken, kendisini de tanrılaştırma gayretindedir. Megalomanca gibi görünen bu çabanın altında yatan gerçek; İskender ve Daryus vasıtasıyla onların soyundan gelen güçlü devletlerle tanrısal ölçekli ilişkiler kurarak ülkesinin ilhak edilmesini engellemektir.
Tanrıların taş heykelleriyle birlikte
Ölümünden sonra Anti Toros dağlarının en yüksek zirvesine mezarı inşa edilir. Mezarın doğu ve batı teraslarına kendisi (Antiokhos), annesi (Tanrıça konumunda), Zeus-Orontes, Apollo-Mitras ve Herakles-Hellios adlı tanrılarının taş heykellerini yaptırtır. Bu heykel gruplarının her iki tarafında arslan ve kartal yontuları da unutulmamıştır. Arslan ile Pers, kartal ile de Roma simge dilinde karşılık bulur. Pers ve Helen kökenli tanrılarla birlikte gün doğumunda ve gün batımında sonsuz sürekliliğe şahit olduğunu bu tanrısal platformda dile getiren Antiokhos’un inançsal kökenli bu siyasi tavrında başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Krallığının bekası için yarattığı inançsal kökenli siyasi tavrı halkı tarafından kısmen de olsa kabul görmüştür. Şayet aksi olsaydı ölümünden sonra bu denli zor koşullar içerisinde anıt mezar yapılmazdı. Antiokhos’un vasiyeti tanrı heykellerinin tümülüse bakan arka taraflarında yazılı olarak günümüze kadar gelebilmiştir. Müzik ve sulandırılmış şaraplar ile yılın belirli günlerinde birlikte olduğu diğer tanrılara sunum yapılmasını buyurur. Ve bu mezara zarar vermek isteyenleri lanetler.
Kommmagene bir medeniyettir ve Nemrut Dağı’na bu medeniyeti tanımak için gidilmelidir. Gün doğumu ve gün batımını izlemek asla bir sebep olarak düşünülmemelidir. Nemrut Dağı’nın zirvesi sessizlik ister. Tanımaya gidenler derinliklerinden dolayı sükun halinde kalırlar, gezmeye gidenler ise ne yazık ki bu mistik zirvede halay çekip türküler söyler.