Ben ve biz diyerek, doğadan koparak nasıl doğayı ve dünyayı yok ettiler. Teferruatta kalırsanız, maddi varlığın kul ve kölesi olursanız, tüketirsiniz ve yok edersiniz
ATEŞEST İN BANG-İ NAY Ü NİST BAD
HERKİ İN ATEŞ NEDANED NİST BAD
(Bu ney’in sesi ateşti, hava değil;
kimde bu ateş yoksa yok olsun)
Bu işittiğin ney’in sesi ateştir; sakın hava ile içinin doldurulduğunu bu saatten sonra düşünme. Zahiren havadır ama aslı aşk ateşidir. Sıradan ateş yakar. Aşk ateşi ise hem yakar hem arındırır. Ateşe yaklaşmasını bil yeter. Bilgisizce gelirsen ateş seni yakar, aşkını yitirirsin; bilgece gelirsen seni arındırır, tazeler.
Ney’in sesi gönül yakan bir aşk hikayesidir. Bu hikâyenin bütün senaryosu hayy’dan gelip hu’ya dönüş üzerinedir. Hikayeyi okutan ise cananın en kıymetli canıdır. Biz sadece zahiren söyler görüneniz.
Hikâyede Yaradan’a duyulan hasret, özlem ile buna bağlı oluşan kavuşma arzusu alev alev bizi yakmaya başladı. Kimde bu kavuşma arzusu ve O’na hasret yoksa inşallah o da onunla yok olsun. Görüldüğü gibi Hz. Mevlânâ “aşk ateşi olmayanlar yok olsun” derken onlara beddua etmiyor kınamıyor. Aksine onlara dua ediyor.
Yaradan’ın varlığında benliklerine bağlı olarak var sandıkları varlıklarını O’nda yok ederek O’na yaşarken kavuşsunlar demek istiyor.
Paylaşımcı yaşam
İnsanoğlu umarım Hz. Mevlânâ’nın “aşk kimde yoksa yok olsun” duasından nasiplenir. Keza her çağ için geçerli olan bu duaya uyan bir insan “yok olsun” duasından nasip alarak birbirlerine yok demeyi öğrenerek birlikte, paylaşımcı bir yaşam sürerler. Böyle bir paylaşımcı yaşam insanoğlunu Yaradan’a doğru birlikte, bir’den haberdar bir şekilde yönlendirir. Yaradan’ın maddi ve manevi zekâtı şart koymasının sebebi burada yatar. Yaradan insanoğlunun iyiliği için, insanoğlunu kollayıp gözettiği için zekâtı emreder.
Keza kimin malını kimden esirger bu insanlar? O kime ne vermişse bunun vergisini bekler. İnsanın vergisi Yaradan tarafından verilen, mal, mülk, ilim, tevazu, hoşgörü gibi var görünenleri birbirine karşı yok ve hiç sayarak paylaşmaktır. Benliğine uyarsan maddi manevi varlığını yok edemezsin ve O’nunla yok olamazsın. Bunun için yine bütünsellik gerekir.
Yaradan için Türk, Arap, İngiliz, Japon hiçbir anlam ifade etmez. Yaradan kul olanı görmek ister. Kullarının gönderildikleri yer olan cenneti unutmuş olmalarına Yaradan bizim adımıza elbette üzülmektedir. İnsanın bildiği şeyi çabucak unutması gariptir. Ama bu yokluktan haberi olmayan insanlar “yok olsunlar” da, İnsan-ı kâmillere uyarak yeniden doğsunlar. Ve varlıklarını O’nun varlığı içerisine yok sayarak manen yeniden doğan bu insanlar dünyayı cennetin yeryüzündeki yansıması haline getirsinler.
Canın önü ardı olmaz
Bak gör! Varlığın peşinde koşarak, ben ve biz diyerek, doğadan koparak nasıl doğayı ve dünyayı yok ettiler. Teferruatta kalırsanız, maddi varlığın kul ve kölesi olursanız, tüketirsiniz ve yok edersiniz. Bir’in bütünlüğünde yok olarak her şeyi paylaşmak ve güzelleştirmek varken sen ne diye birlikten koparak kendi varlığından başka her şeyi yok sayarsın?
Aşk ateşinde varlığını yokluğuna çeviren Mevlânâ:
“Yeryüzünde aç olanları bildiğim için yemek yesem de doyamam, susuz insanların olduğunu bildiğim için suyu kana kana içemem, yorgana sarılsam da ısınamam. Aşk ateşinde yok olmanın kazanımları bunlardır. Öyleyse kimde bu güç yoksa yok olsun.”
Dinle! Bu dünyada her maddenin her anlayışın aslı canlar âlemindedir. Nakış gitti diye üzülme, gördüğün her yüz, işittiğin her nükteli söz yok oldu deme. Zira hakikat sadece bu dünyada gördüklerinden ibaret değildir.
Dinle! Varlığın önü ardı yokluktur. Senin aslın can olduğundan dolayı canın önü ardı olmaz. Eğer sen kendini önü ardı var sanıyorsan, beden bağlanmışsın candan mahrumsun.
“Dinle! Eşek ile atın arasındaki farkı bilirsin. Eşeğe (varlık) binince hava atan; ata (yokluk) binince aklını oynatır.”