G20’de, neredeyse hemen herkes komünist oldu.
Eskiden birileri “Kahrolsun Kapitalizm” dese başı fena halde derde girerdi.
Şimdi en tepedekiler bile adil gelir dağılımından, zenginlerin doymaz hırsından, vahşi kapitalizmden ve eşitlikten söz ediyor.
Gazeteler de çarşaf çarşaf bunları yayımlıyor.
Dünyanın sonu mu geliyor ne!..
Adil gelir dağılımı insanoğlu var olduğu sürece hep sorundu, sorun olmaya da devam ediyor.
Bunu ortadan kaldıracak bir reçete var mı, bilmiyoruz.
Olsaydı herhalde bugüne kadar gerçekleşir ve kalıcı hale gelirdi.
Ama en azından adil bir gelir dağılımı noktasına gelinmesi bile sevindirici bir gelişme.
Adil gelir dağılımı için sadece yönetenlerin ve zenginlerin değil, herkesin taşın altına elini koyması gerekir.
Birileri üretip, diğerleri tüketmemeli.
Herkes üretmeli, herkes adil bir şekilde paylaşmalı.
Dile getirilen sanki biraz da buydu!
Antalya’da gerçekleşen G20, bakalım, dünyada kalıcı bir hoş seda bırakacak mı?
Etki, tepki mi?
Emperyalizm ya da kapitalizm terörün kök salmasında önemli bir etken mi yoksa bahanesi mi?
Daha da önemlisi, teröre duyulan nefret ve misliyle verilen karşılık, terörü önlemede önemli bir etken mi?
Bu konuda çok farklı söylemler mevcut.
Çok daha şaşırtıcı olan ise Batılı ülkelerden terör örgütlerine katılım!
Önceki gün de dile getirdiğimiz gibi bu konuda artık bilim devreye girmeli ve gerçek nedenler araştırılmalıdır.
Atılan her bomba, beraberinde yok oluş mu getiriyor yoksa yeni katılımlar mı?
Bu durum, kesinlikle, enine boyuna araştırılmalıdır!
İşte birkaç soru:
- Paris’teki kanlı eyleme imza atanların ve Brüksel’deki destekçilerin en yoksul mahallelerden çıkması tesadüf mü?
- Terör insan kaynağını yoksulluktan mı sağlıyor?
- IŞİD terörü dini gerekçelerden mi destek buluyor yoksa zenginleşen Batı ile yoksullaşan Doğu arasında yaşanan bir savaş mı bu?
- Paris saldırısının ardından kapitalizm değer kaybedip, sosyalizm bir ekonomik model olarak yeniden yükselir mi?..
Farklı yaklaşımlar?
Şiddete şiddetle karşılık, şiddete uğrayanlar üzerindeki nefreti daha da artırıyor.
İster şiddet mağduru olsun, ister şiddet uygulayan, değişen bir şey olmuyor.
Yani, şiddet bir anlamda nefret kültürüyle besleniyor.
Terör örgütleri baskın yedikçe daha acımasızlaşıyor, terör mağdurlarının siyasiler üzerindeki baskı daha da artıyor.
Bu durum binlerce yıldır böyle devam ediyor ve maalesef bitti denilen terör, her defasında daha da azgınlaşıyor.
İşte bu yüzden bilime ve bilim insanlarının sesine daha fazla kulak vermek gerekiyor.
Önce terörü doğuran ve besleyen nedenler tespit edilmeli, sonra da o bataklık nasıl kurutulur ona çözüm aranmalıdır!..
Medyanın rolü!
Ankara katliamı ile Paris’i kıyaslayanlar, Türk ve Fransız medyasının konuları aktarış şeklini de masaya yatırdı.
Doğru olan onların ki miydi, yoksa bizimki mi?
Görünen o ki bu konuda da ortak bir noktada buluşmak mümkün değil.
Sosyal medyanın bu kadar kolay yaygınlaştığı ve ulaşılabilir olduğu bir ortamda, kimden ne, ne kadar gizlenecek ve ne, ne kadar gösterilecek?
Sınırlar nerede başlamalı, nerede bitmeli?
İşte bu konuda da son sözü yine bilim insanları söylemeli.
Yoksa yaratılan korku dağları en başta da teröristlerin işine gelir ki bunu da hiç kimse istemez!
Özetin özeti: Terörün panzehiri ne? Bunu bulabilen, kansere çare bulmuş kadar, hatta daha fazla insanlığa hizmet etmiş olacaktır...