Doğan Abi’yi ebediyete uğurladık.
Allah ailesine sabır versin...
Cenazesi çok kalabalıktı ve medya dünyasının pek çok ismi oradaydı.
O, vitrindeki çok ünlüler yoktu, daha çok, medyanın asıl yükünü çeken, kendisi gibi hamallar vardı.
Gelenlerin pek çoğu eski Milliyet çalışanları, diğerleri de farklı gazete ve televizyonlardandı.
Cenazeler de olmasa, değil birbirimizi görmek, isimlerimizi ve suratlarımızı dahi unutacağız.
Peki, niye sadece cenazelerde buluşuyoruz?
Birbirimizin kıymetini neden sağlığımızda da yeterince bilmiyoruz?
Doğan Abi ile odalarımız yan yanaydı.
Geleni gideni tek tek görüyoruz.
Cenazesine katılanların onda biri ziyaretine gelse, yıllarca yalnızlık çekmezdi.
Ziyaretçiyi sever, el üstünde tutardı.
Ama nedense o ziyaretçilerle, odasında volta attığı günlerde değil de cenazesinde bir araya geldi.
Gelenek ve göreneklerimiz eğer buysa, değiştirmeliyiz.
Ölümden sonra olduğu gibi, ölümden önce de birbirimize sahip çıkmalıyız.
Bizi bir araya getirecek, sayısız fırsatlar yaratmalıyız...
Çok uzun yıllarını Milliyet’e veren arkadaşlarımız bile, Milliyet’e gelirken on defa düşünüyorsa, ya bizde bir sorun var demektir ya da onlarda. Ama görünün o ki asıl sorun, diyalogsuzlukta ve yerle bir olan morallerde.
Yoksa kim cenazesine koşa koşa gittiği arkadaşının ziyaretine, sağlığında da gitmez ki!..
Hepimiz yaşlanmışız!
Cenazede 20-30 yıl önceki iş arkadaşlarımız da vardı.
Biz Milliyet’te kaldık, onların yolu bir şekilde ayrıldı.
Sonra yollarımız hiç kesişmedi, birbirimizi göremedik.
Hemen hepsinin saçları, sakalları beyazlamış, hafif göbekleri çıkmış, heyecanları azalmıştı.
En çok da emeklilik muhabbeti yaptık.
Onlardan önemli bir bölümü emekli olup köşesine çekilmiş, bizim gibiler ise emekli olmamak için direniyordu.
İyi mi yapıyorduk, kötü mü?
Kimimiz Doğan Abi’yi örnek gösterip, ölünceye kadar çalışmanın daha doğru olduğunu söylüyordu, kimilerimiz de hayatın sadece çalışmaktan ibaret olmadığını anlatıyordu.
Ama tempolu bir iş hayatından sonra köşeye çekilenlerin, emeklilik hayatından pek de memnun olmadıkları her hallerinden belliydi.
Doğan Abi, beş kalp damarı değiştikten bir ay sonra koşa koşa işe başlamıştı.
İyi mi yaptı, kötü mü diye uzun uzadıya tartıştık.
Gelinen son nokta, Doğan Abi üç ay evde kalsaydı, zaten ölürdü yönündeydi.
Anladık ki ölmek sadece ebediyete göç etmekle olmuyor.
Yapayalnızlık da bir ölüm ve bunun farkına ancak cenazelerde varabiliyoruz.
Sosyal bir millet değiliz. Bu kesin.
Eskiden bayramlar vardı, şimdi o da yok gibi. Çünkü artık, bayram demek tatil anlamına geliyor ve bayramlarda, birini ara ki bulasınız...
Kurumsal kültür
Başka kurumlarda nasıldır bilmiyorum ama bizde, Milliyet’te yok.
Böylesi köklü kurumlar, yılda birkaç kez de olsa, bir vesileyle eski çalışanlarını bir araya getiremez mi?
Getirmeli. Hem de kesinlikle getirmeli.
Mesleki kuruluşlara da bu konuda çok önemli görevler düşüyor ama onların yaptıkları da çok cılız kalıyor.
Oysa böylesi buluşmalara, nerede olursak olalım hepimizin fazlasıyla ihtiyacı var.
Günün birinde hepimiz emekli olacağız ve yalnızlığın içinde kendimizi bulacağız.
Bunu, görev başındayken neden hiç düşünmeyiz ki!..
Doğan Heper Ödülleri
Milliyet’in düzenlediği farklı ödüller var.
Örneğin Abdi İpekçi, Örsan Öymen, Haldun Taner gibi.
Onlara Doğan Heper Ödülleri de mutlaka eklenmelidir.
Çünkü hiçbirimiz Milliyet’i onun kadar sevmedi, gazeteye onun kadar zaman ayırmadı, onun için mücadele vermedi.
Böylesi bir ödülü almak genç gazeteciler için onur olur.
Örnek alınır ve çalışanlarda aidiyet hissini artırır.
Milliyet’e yakışan da zaten bu olur...
Özetin özeti: Medya, hak ettiği onura eğer yeniden kavuşmak istiyorsa, önce kendi değerlerine değer vermeyi öğrenmelidir. Bugün sadece Milliyet’e değil, tüm gazetelere bakacağım. Kullandıkları haberin boyutu, Doğan Abi’den çok, kendilerine ve mesleklerine verdikleri değerin ölçüsü olacaktır...