Mülakat deyip geçmeyin, eğitimde son yılların en önemli tartışma konusu haline geldi. Kalktı, kalkacak derken, devam edeceği açıklandı ve içinden çıkılamaz bir noktaya gelindi.
Mülakat, bazı atamalarda olmazsa olmazların başında gelir. Örneğin sınıfa girip ders anlatma, cemaatin karşısına çıkıp vaaz verme, kan gördüğünde bayılmama gibi bazı önemli ayrıntılar o atama süreçlerinde çok önemlidir.
Tartışılan konu, onların nasıl ölçüleceği değil hangi aşamada nasıl yapılması gerektiğidir.
Eğitim fakültelerine girişte, mezuniyette ya da KPSS’ye başvururken aransa, kriterler çok önceden açıklansa itiraz bu denli yüksek olmazdı ama atamaya beş kala yapıldığında kıyamet kopuyor...
Mülakat, mesleki yeterliliğin, davranışların ve en önemlisi de kişiliğinizin o mesleğe uygun olup olmadığını değerlendirmek için yapılır. Örneğin herkesin anlayacağı bir dilde ders anlatabiliyor muyuz, öğrencilere karşı sabırlı mıyız ve bir meslek olarak öğretmenliği neden seçtiğimiz çok önemlidir.
MEB’in bu yöndeki beklentileri neler? Önce bunu ortaya koyması gerekiyor.
Daha da önemlisi, öğretmenlerimizi jüri önüne çıkartmadan önce, onları bu göreve hazırlayan YÖK ve üniversitelerimizin, MEB’in bu beklentilerinden ne kadarını mezunlarına kazandırdığı sorgulanmalıdır.
Bakan Bey, KPSS alan yeterlilik sınavında öğretmenlerimizin döküldüğüne dikkat çekiyor. Onca dershane dopingine rağmen tek sorumlu onlar mı?
Peki ya YKS sonuçları, MEB bu konuda ne düşünüyor?..
Mülakat teknikleri?
Mülakat, herhangi birinin, rastgele yapacağı sıradan bir iş değildir. Uzmanlık ve tecrübe gerektirir.
Kimi için 10 dakika yeter de artar kimi için ise bir saat bile konuşsa hâlâ karşısındakini tanıyamaz.
Mülakatı dayatanlar hayatlarında hiç KPSS’ye hazırlandılar mı?
Mülakata girdiler mi?
Jüri üyesi olarak seçileceklerin bu yönde herhangi bir deneyimleri var mı?
Ölçme değerlendirmede bir türlü yakalayamadığımız standardı, bu konuda nasıl yakalayacağız?
İlle de öğretmen olma yeterliliği aranacaksa seçme ve atama yöntemi kesinlikle bu olmamalı.
Böylesi bir mülakatın ve söz konusu atama sisteminin kalıcı ve sürdürülebilir olması mümkün değil!
Yarın bu sistemden de vazgeçildiğinde yaşanacak mağduriyetlerin vebali kimin vicdanını sızlatacak?..
Ne olur bir kez daha enine boyuna düşünelim ve günü kurtarma yerine geleceğe yatırım yapalım.
Adil, seçici ve sürdürülebilir olanı tercih edelim. Tek referansımız da liyakat olmalı. Neden mi?
Öğretmenlik başka mesleklere benzemez!
O ilk düğmedir, eğer o doğru iliklenmezse diğer düğmeler de hep yanlış iliklenir ve doğru hakimi, mühendisi, iş adamını, teknisyeni, doktoru ve en önemlisi de doğru yurttaşı ve iyi insanı yetiştiremeyiz!..
Sayısal olarak mülakat
Mülakatta her öğretmene 45 dakika zaman ayrılacakmış.
50 bin atama için 150 bin öğretmen mülakata çağrılacağına göre, bu da 150 bin saat, 9 milyon dakika, 18.750 iş günü, 10 milyon dakika video kaydı demektir.
Mülakat 30 merkezde yapılacakmış, her birinde 10 jüri kurulsa 300 jüri eder! 18 bin 750 iş gününü 300 jüriye böldüğünüzde 62.5 iş günü yapar.
50 bin öğretmen atamasını tek seferde değil iki seferde yapsanız da jürilerin adayları değerlendirmesi en az bir ay sürer.
Hızlandırmak için her ildeki jüri sayısını 10’dan 20’ye çıkarttığınızda da asgari süre 15 güne iner ama bu da çok uzun bir süre.
Hadi biraz daha abartalım, her ildeki jüri sayısını 40’a çıkartalım. Bu da toplam 1200 jüri ve 4’le çarparsak 4800 jüri üyesi demek.
Yedek üyeleri de dikkate aldığınızda, aynı yetkinliğe sahip 5 binden fazla jüri üyesini nasıl seçeceğiz, bu konudaki yetkinliklerini nasıl test edeceğiz?
Hadi bulduk diyelim, onları nasıl takip edeceğiz?
En önemlisi de günde 8 saat öğretmenlerimizi dinleyen jüri üyeleri bu süreci sağlıklı bir şekilde kaç gün sürdürebilirler?
Haftanın ilk günü, günün ilk öğretmenine gösterdikleri ilgi, alaka, hoşgörü ve toleransı ya da titizliği, günün ve haftanın son günündeki adaya da aynı şekilde yansıtabilecekler mi?
Kaldı ki günde 8 saat ders anlatmak pedagojik açıdan ne kadar hatalıysa, sunum dinlemek de bir o kadar verimsizdir.
Empati yapalım, gün boyu aynı tempoda kaç sunum dinleyebiliriz?
Kaçıncıdan sonra dağılırız?
Kaçından sonra, bitse de kurtulsak noktasına geliriz?
Kaçının uzmanlık alanı ile ders sunumu yapan öğretmenimizin branşı örtüşür?
Kaçı yetkin olmadığı bir konuda anlatılan ders hakkında şekilciliğin ötesine geçebilir?
Kaçı öğretmenimiz için 45 dakika az, kaçı için çok gelir?..
Vicdani sorumluluk
Böylesi bir görevin vicdani sorumluluğu her şeyin üzerindedir.
Alacağımız karar herhangi bir karar değil, bir gencimizin, bir öğretmenimizin, bir yurttaşımızın, bir evladımızın geleceğidir.
Bazı projeler kâğıt üzerinde çok ilgi çekici olabilir ama uygulamada tam tersi yaşanır.
Sürdürülebilir olmayan projeleri başlatmak güven erozyonu yaratmanın ötesine geçmez. Üstelik sadece yapanlara da zarar vermez!
Böylesi konularda adım atarken bir kez değil, bin kez düşünmekte yarar var.
Peki öğretmen yetiştirme, atama ve kariyer sistemi böyle mi kalmalı? Kesinlikle hayır.
Enerjimizi, keşke incir çekirdeğini bile doldurmayacak tartışmalar yerine böylesi önemli konulara ayırabilsek!..
Bu arada zaten işi gücü olmayan, elindekini avucundakini KPSS hazırlıkları için harcayan öğretmenlerimizin farklı illerdeki mülakatlara gitmek için yapacakları masraflar ve jüri üyelerinin getireceği yük hiç düşünüldü mü? Atılan taş ürkütülen kurbağaya değdi mi? Ne olur biraz empati!..
Özetin özeti: Birilerinin tırnaklarıyla elde ettikleri kazanımları, birileri hovardaca tüketemez!..