Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı derdik eskiden.
Okullarda adına haftalar düzenlerdik.
Şimdi ise yerli bir şey bulsak, öpüp de başımıza koyacağız!
Eğitimde bile milli olanı bırakıp, dışarıdan sistem ithal etmeye çalışıyoruz.
İhracatımız bile ithalata dayalı.
Peki, nasıl oldu da bu hale geldik?
Çok daha önemlisi, bu durumdan nasıl kurtuluruz?
Fazla uzağa gitmeye, uzun uzun araştırmalar yapmaya, mucizeler aramaya hiç gerek yok.
Çözüm: Üretim, üretim, üretim!
Peki, bu nasıl olacak?
Eğitimle!
Tıpkı Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi, A’dan Z’ye her şeyin ama her şeyin yerlisini yapmak için mücadele veren, aidiyet hissi yüksek nesiller yetiştirmeye başladığınızda gerisi gelecektir.
Belki başlangıçta yüksek teknoloji gerektiren ürünler konusunda bazı sıkıntılar yaşayabiliriz ama kararlı olursak, dünyanın en iyilerini olmasa da ona en yakın olanları üretebiliriz!
Her şeyin daha ucuzu ithal ürün varken, yerlisini niye üretelim ki diye diye, bu noktalara geldik.
Ve eğer bu vahim gidişata dur demezsek, yarın yediğimiz ekmeği, içtiğimiz suyu da ithal eder hale geliriz!
Peki, onları hangi parayla alacağız?
Düşünülmesi gereken asıl sorulardan biri de o.
Hazıra dağ dayanmaz derler, dayanmıyor da.
Elde avuçta ne varsa bitti, şimdi sıra yastık altındakilere geldi.
O da biterse ne olacak?
Borç, borç, nereye kadar?..
Üretim konusunda bir devlet politikasının olması gerekir.
O bile yok!
Arada bir, yerli ve milli üretim konusunda cılız sesler yükseliyor o kadar.
Peki, arkası geliyor mu?
Hayır.
Çünkü ithal etmek kolay, üretim ise zor!
Ve hemen herkes günü kurtarmaya odaklandığı için uzun vadeli projelere yönelmiyor.
Bilerek ya da bilmeyerek, halkımızı abuk sabuk dizi, şov, gelin kaynana programları ve yarışmalarla ekran karşısına kilitledik; herkesin eline akıllı telefonlar ve onlarca kredi kartı verip, gerçek dünyadan uzaklaştırdık.
Batılıların bize verdiği mesaj, hep biz üretelim, siz tüketin oldu.
Peki, bu nereye kadar devam edecek?
Bankalarımız, şirketlerimiz, tohumlarımız, futbol takımlarımız, otomobillerimiz, telefonlarımız, giysilerimiz, kozmetiklerimiz ve daha aklınıza ne geliyorsa, hemen her şey, yabancıların tekeli altına girerken, nasıl bir gelecek bekliyoruz?
Bir kazanıp üç harcayarak, beş üretip on beş ithal ederek daha nereye kadar gideriz?
Çocuklarımızı yarış atları gibi körü körüne yarıştırmak yerine, üretmeyi, tasarrufu, inovasyonu, en iyi olmayı ne zaman öğreteceğiz?..
Eğer tüm bu olup bitenler, birilerinin bize bir dayatması ise artık uyanmalı, yok eğer ne yaptığımızı bilmemenin şaşkınlığını yaşıyorsak da artık kendimize gelmeliyiz. Çünkü bu böyle gitmez!..
Özetin özeti: Üretmek bir utanç değil, en büyük onurdur. Ama lafla değil, alın teriyle kazanılır...