Kural koymaya bayılırız. Her şeyin en iyisini, en büyüğünü, en güçlüsünü, en pahalısını, en zor olanını ister ama iş kendimize gelince koyduğumuz tüm o kuralları altüst ederiz.
Akademik kariyer için çok önemli kriterler getirildi. Örneğin bir iki yabancı dil, uluslararası yayın ve refere, farklı üniversitelere gitme zorunluluğu!
Peki, kural koyucuların ne kadarı bu donanıma sahip?
Ne siz sorun, ne de biz söyleyelim!..
YÖK Başkanı!
Hocalar, sıkıştıkları zaman, “Dediğimi yapın ama yaptığımı yapmayın” derler. Ya da daha fazla üzerlerine gidildiğinde, Tatlıses gibi, “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?” deyip yavuz hırsızı oynarlar.
Haklı olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu ama eğer bir “dayatma” içerisine giriliyorsa, ne kadar haklı olursanız olun, o kurala siz uymuyorsanız bile, sizin göreve getirdiklerinizin uyması gerekir ki sürdürülebilirliği sağlansın.
Sözü fazla uzatmadan, gelin, bu konuda ağzı yanan bir araştırma görevlisine kulak verelim:
“YÖK Dergi’nin 5. sayısında Sayın YÖK Başkanı, 01.07.2017 tarihinde, ‘Kanuni Düzenlemeler Yükseköğretimde Yapısal Değişiklikler’ başlığıyla bir makale kaleme almış.
Bu makalenin 12. paragrafında, ‘Araştırma görevlilerinin önemli kısmının kariyerlerinin tümünü aynı kurumda sürdürdüğü’nü belirtiyor.
İçeriden türeme (inbreeding) anlamına gelen bu durumun hem kişinin hem de kurumun performansını olumsuz olarak etkilediğini söylüyor. Bu nedenle performans odaklı yeni bir sisteme geçileceğini belirtiyor.
15.11.2017 tarih ve 82444403-200-E.78513 sayılı yazıyla daha önce 674 sayılı KHK ile hakları ellerinden alınan ÖYP mağduru araştırma görevlilerine yeni tuzaklar getirildi.
YÖK kendi yetiştirdiği doktoralı bu genç akademisyenleri üniversitelerden atmak için hukuk dışı türlü yollar denerken, üniversitelerin hoca ihtiyacı için mevcut profesörlerin yaş haddini 75’e yükseltiyor ve bunu da başarı olarak Sayın YÖK Başkanı aynı makalenin 8. paragrafında açıklıyor.
Gelelim işin en garip bölümüne:
Kendi tabiriyle ‘inbreeding’den ve bunun olumsuz etkilerinden şikâyet eden Sayın YÖK Başkanı’nın kendisi tam anlamıyla bir ‘inbreeding, yani içeriden türeme’.
Biyografisine bakıldığında, kendisinin 1981’de lisans eğitiminden itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yetiştiği, mastır, doktora yaptığı, aynı yerde araştırma görevlisi olduğu, çok hızlı şekilde yardımcı doçent, doçent ve profesör kadrolarına atandığı, orada 5 yıl da profesör olarak çalıştığı görülüyor.
Belli ki ne kendi ne de İstanbul Üniversitesi bu ‘inbreeding’ durumundan hiç de olumsuz etkilenmemiş, aksine, çok başarılı olmuş ki uzun yıllar YÖK üyesi ve 2014’ten beri YÖK Başkanı olarak görev yapıyor.
Peki, o zaman ÖYP’lilere kadro vermeme gerekçesi olarak öne sürdüğü ‘inbreeding olurlar, performansları kötü olur’ konusu nereden çıktı?
Sayın YÖK Başkanı’nın bizzat yaşadığı bu çelişkili durum hakkında mutlaka söyleyeceği bir şeyler vardır...”
Özetin özeti: ÖYP’lilerin içinde çürük yumurtalar varsa elbette ayıklansın ama tümü mağdur edilmesin!