Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Refah toplumu olmanın yolu eğitimden geçiyor.

Tıpkı demokratik hukuk devleti olmanın yolunun da eğitimden geçtiği gibi.

Hayatın hangi alanına bakarsanız bakın, her sorunun arkasında eğitime şaşı bakış açısı söz konusu.

İyi eğitim almış, donanımlı, üretken bireyler, daha da önemlisi, iyi yurttaşlar yetiştirmeden hiçbir başarıyı sürdürülebilir hale getiremeyiz.

İşte bu yüzden yıllardır ısrarla nasıl bir eğitim sorusuna cevap arıyor, bunu kimlerin nasıl hayata geçireceğini sorguluyoruz.

Bu sorgulama süreci son günlerde daha bir yoğunluk kazandı.

Haberin Devamı

Nedeni de seçimler.

Siyasiler eğitimi, gençliği, geleceği, demokrasiyi, üretimi, kalkınmayı, refahı, liyakati şimdi değil de ne zaman ciddiye alacaklar? Bu yöndeki düşüncelerini, projelerini ve kurmaylarını şimdi değil de ne zaman kamuoyuyla paylaşacaklar?

Onları gördüğünüz her yerde, onlara ulaşabildiğiniz her platformda ne olur bu soruları sorun ki eğitimi, gençliği, geleceği ciddiye alsınlar, bu yönde çaba harcasınlar.

Bakan kim olacak?

Son 50 yılın hatta Cumhuriyet döneminin Milli Eğitim Bakanlarına baktığınızda neredeyse tamamı eğitimle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler. Çok azı eğitimci. Onlardan çok azı da hem siyasetçi hem de eğitimci.

Eğitimin bugün bu noktada olmasının yüzlerce nedeni var ama en önemlilerinden biri de bu.

Neden mi?

Eğitimi öğrenmeleri çok zaman alıyor da ondan. Tamam, biraz öğrendik dediklerinde de koltuklarından oluyorlar. Bu yüzden de şipşak projeler üretmenin ötesine geçemiyorlar.

Peki, eğitimci olmayan sadece Bakanlar mı?

Üst düzey kadrolar da ya eğitimci değiller ya da hiç yönetim tecrübeleri yok.

Umarız bu kez, dünkü yanlışlardan dersler alınarak seçim sonrasında hatta şimdiden bu konuya ciddi anlamda kafa yorulur. Yoksa eğitimde yeni bir maceraya yelken açmış oluruz ki, bu da hataların en büyüğü olur.

Parti liderleri, eğitimdeki yanlışların kendilerine zarar veren, oy kaybettiren unsurların en başında geldiğini anladıklarında genelde iş işten çoktan geçmiş oluyor.

Bu paradoksu önceki liderlerin pek çoğuyla konuşmuş ve hepsinde de derin pişmanlıklar görmüştüm. İnşallah bundan sonra benzeri bir tabloyla karşılaşmayız.

Haberin Devamı

Liderleri yanıltan en büyük yanlışlardan biri de her profesörü eğitimci sanmaları. Elbette bir şapkaları da eğitim ama asıl önemli olan branşları yani uzmanlık alanları! Bugüne kadar profesör Bakanların birkaçı dışında neredeyse tamamının eğitimle uzaktan yakından ilgileri yoktu, olmadı da.

Bakan oldukları sürece eğitimle ilgileniyor gibi yaptılar, sonrasında da eğitim zerre kadar umurlarında olmadı! “Cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim projesi” diye lanse ettikleri, projeleri çöpe atıldığında bile zerre tepki göstermediler.

Yeni kadro MEB’den olmalı

 Eskiden müsteşarlar şimdi de Bakan yardımcıları hep dışarıdan atandı.

Yanlışların en büyüğü oydu.

Bakanlarımızdan biri “O nitelikte biri var da biz mi atamıyoruz” dediğinde, “Pes artık” demekten kendimi alamamış, eğer öyle ise “Bakanlığın kapısına kilit vurun” demiştim.

Benzer yaklaşım dışarıdan gelen tüm Bakanlarda vardı. Daha da önemlisi, dışarıdan getirdikleri bürokratlar da hiçbir zaman içeridekilerden daha donanımlı değildi. Yararlı hizmetlerde de bulunamadılar.

Haberin Devamı

MEB’in bir milyondan fazla çalışanı var ve içlerinde hem Bakanlık koltuğuna hem de bürokratik koltuklara oturacak donanımda binlerce isim bulmak mümkün. Hem de aklını hiç kimsenin emrine amade etmemiş, eğitim ve hizmetleri dışında hiç referansa ihtiyaç duymayan isimler.

Neden onlara şans tanınmaz da hep dışarıya bakılır, anlamak mümkün değil.

Öyle Bakanlarımız, öyle müsteşarlarımız, öyle genel müdürlerimiz oldu ki mesleğine gönülden bağlı bir öğretmenin yanında sıfır elde var sıfır olmanın ötesine geçemediler.

Karar vericiler, eğitimde neden sürekli kan ve oy kaybediyoruz sorusuna cevap ararken umarız geriye dönük bir inceleme yapar ve ileriye dönük seçimleri de göz önünde bulundurarak bu konuyu daha etraflıca düşünürler.

Özetin özeti: Koltuğa göre isim değil de isimlere göre koltuk doldurma takıntısından ne zaman vazgeçeceğiz? Vitrine çıkarılan isimlerde liyakate ne zaman önem vereceğiz? Tüm bunları şimdi değil de ne zaman konuşacağız?..