Japonlar ne geleneklerden vazgeçiyorlar ne de teknolojiden. Devasa teknoloji marketlerini gezdiğinizde kendinizi bugünün çok ilerisinde, sokağa çıktığınızda ise çağın çok gerisinde hissedebiliyorsunuz. 350 kilometre hızla giden trenleri de var, turistler için gençlerin çektiği çekçekleri de...
Japonya’yı zıtlıklar ülkesi olarak görenler çok fazla. İlk izlenimler bu yönde ama tanıdıkça bunun bir çelişki değil, harmoni olduğunu görüyorsunuz.
Ne geleneklerinden vazgeçiyorlar ne de teknolojiden. Japonlara yönelik ilk bilgim çok yıllar öncesine dayanıyor.
Almanlar teknolojide geldikleri gelişmeyi göstermek için Japonlara saç telinden daha ince çelik bir tel gönderip mukavemet gücü ile hava atıyorlar. Onlar da aynı telin içine delik açıp bir de vida takıp geri gönderiyor.
Görünen o ki onlar için özellikle teknolojide hiçbir sınır yok. Yapılandan çok yapılmayanın peşindeler ama sanki bu aralar fazla koşturmaktan biraz yorulmuşlar!.. Devasa teknoloji marketlerini gezdiğinizde kendinizi bugünün çok ilerisinde, sokağa çıktığınızda ise hayatın olağan akışı içinde hiç ummadığınız bir görüntü ile çağın çok gerisinde hissedebiliyorsunuz. İlk anda zıt gelen bu görüntülere bir süre sonra siz de alışıyorsunuz hatta olmadığında eksikliğini hissediyorsunuz.
Otellerinin hemen hepsinin kalite standardı, odaları çok ufak da olsa Avrupa tur otellerinden çok daha yüksekti. Kahvaltıları, özellikle Osaka’da harikaydı. Asıl şaşırtıcı olan kimono ya da ropdöşambır ya da sabahlık benzeri olan ev giysilerinin her otelde bulunmasıydı.
Eve ya da otele girildiği anda ayakkabılar ve elbiseler anında çıkartılıyor, onlar giyiliyor… 350 kilometre hızla giden trenleri de var, turistler için gençlerin çektiği çekçekleri de.
İki bin kişinin aynı anda karşıdan karşıya geçtiği yaya geçitleri var ama gel gör ki geliş-gidiş yönünü gösteren bir tane bile işaret yok.
Bisikletli sayısı giderek artıyormuş ama çok az yerde bisiklet yolu var. Aranızdan geçip gidiyorlar…
İstanbul trafiğinden artık boğulma noktasına gelen biri olarak en hayran kaldığım ayrıntı ise ne diğer kentlerde ne de 26 milyonluk Başkent Tokyo’da bir an için bile trafik kabusu yaşanmaması.
Nüfus, araç sayısı, yoğunluk gibi bizde trafik işkencesine gerekçe olarak ne gösteriliyorsa hepsi onlarda da fazlasıyla var ama şehir trafiği su gibi akıyor…
Kentleri...
Japonya’da 47 eyalet ve yaklaşık 3 bin 200 şehir, kasaba, köy bulunuyor. Tokyo, eski imparatorluk başkenti Yokohoma, liman şehirleri Osaka, dünyanın en lezzetli etinin merkezi Kobe, sanayi kentleri Kyato, Fukuoka, Nagoya, Sappora ve diğerleri. En bilinenleri ise atom bombası atılan Hiroşima ve Nagazaki.
Yeniden inşa edilen kentlerde minik bir anıtın dışında hatırlatıcı hiçbir şeyin bulunmaması ise sanki “Dünü, dünde bırakıp, geleceğe bakalım” mesajı veriyor.
Ekonomik kriz var mı?
Tüm ekonomik göstergeler ve yorumcular Japonya ekonomisinin uzunca bir süredir durağanlaştığını söylüyor ama sokaklarda sanki tam tersi yönde bir algı söz konusu. Zenginler hem de fazlasıyla zenginler, bunu ülkenin en ücra köşelerinde bile hissedebiliyorsunuz. Ama kesinlikle savurgan değiller. Döküntü bir yer, yarım kalmış bir inşaat, değerlendirilmemiş boş bir alan yok gibi. Muhteşem ormanları var ve endüstriyel olmayan ağaç yok gibi. Gökyüzünü delercesine yükselen çam ve bambu ormanları görmeye değerdi!
Yorgun hem de çok yorgunlar
Çocuklar okula başlayıncaya kadar cıvıl cıvıllar. Sonrası tam bir yorgunluk. Sınıflar yükseldikçe çantaları büyüyor, omuzlar çöküyor. Binlerce öğrenci gördük. Zoraki tebessüm ediyorlardı, hoplayıp, zıplayıp kahkaha atanı yok gibiydi...
Tokyo’daki finans merkezlerindeki lacivert takım elbiseli gençler ile New York’takiler arasında hiçbir fark yoktu. Oradakiler de zamandan kopmuş şekilde işlerinin köleleri haline gelmişlerdi, buradakiler de. Yetişkinler, en yorgun olanları ama en çok koşturanlarıydı.
Gülmek, gülümsemek, kahkaha atmak da, tıpkı yürüyerek yemek yemek gibi görgüsüzlük listesindeydi…
Bırakın cari açığı, cari fazlaları varmış. Siz kazandınız, siz harcayın diye teşvik ediliyormuş, bu yüzden miras vergileri bir hayli yükseltilmiş. Çok çalışmanın dışında yeterince hobileri var mı? Sormadım ama olsa
bir şekilde dikkatimizi çekerdi.
Bir daha gidersem araştıracağım ilk konu bu olur.
Ekmek yerine pirinç
Japon sofrası zengin hem de çok zengin. Deniz ürünleri ve et ağırlıklı. Porsiyonları minik ama çeşit çok. Bizim burada Japon mutfağı deyince akla gelen shuchi çeşitlerini marketlerde ya da hazır yiyecek satan makinalar dışında göremedik. Yengeç turistik mekanların olmazsa olmazı.
İrice bir yengeç için bizde servet ödersiniz ama orada her keseye göre olanı var. Özellikle de tadımlık olanlar.
Kobe etinin az yağlıdan çok yağlıya kadar beş çeşidi var. Çok damarlı bir mermeri andıran en yağlı parçalar bile piştiğinde tüm yağını atıyor ve adeta ağızda eriyor.
İstanbul ya da Bodrum’da aynı menülere iki kata varan fiyatlar öderseniz hiç şaşırtıcı olmaz. Her şeyin fiyatı belli ve kâr oranları yemekte de, içki de yüzde 10-15’i geçmiyor ve bahşiş verseniz de almıyorlar…
Diğer çekik gözlülerden farklılar
İsviçrelilere benziyorlar. Size güvenceye kadar kendilerini tanımanıza izin vermiyorlar. Çinliler kadar sade, Güney Koreliler kadar estetikli ve bakımlı değiller. Yetişkinler ve gençlerin büyük çoğunluğu “neyse o”.
Sokaklarda evcil hayvana rastlamak mümkün değil. Kara kedi uğursuzluk değil tam tersi, uğur getirici kabul ediliyor. Bebeklerde de mavi giysiler kızlar, pembeler erkekler için!
Selamlaşırken fiziki temas yok. Siz birleştirilmiş eller göğüsteyken eğilerek bir selam verirseniz, onlar üç selamla karşılık verir. Kavga, gürültü, şamata yok gibi. Her şeyi bakışlarıyla ifade ediyorlar. Göz temasından da özellikle kaçıyorlar…
Fal yaşam biçimi olmuş
Eskiden bizde de vardı. Kağıda yazılı fallar, tavşan ya da güvercin tarafından çekilir, geleceğinizle ilgili kehanette bulunurdu. Artık göremez olduk ama Japonya’da nereye giderseniz gidin, özellikle de tapınaklarda ve yakınlarında her adım başında onlara rastlamanız mümkün ve hemen herkes şansını deniyor.
Modernize olmuşlar. Ufak bir para karşılığı makinadan çekiyorsunuz.
Yazanlar güzelse seviniyor, iç karartıcı ise kötülükler yok olsun, şansınız açılsın diye ağaçlara, duvarlara ya onlar için ayrılmış bölümlere asıyorsunuz. Bazı yerlerde binlercesini, bazı yerlerde ise on binlercesini görmek mümkündü.
En çarpıcı olanı ise dilek kapılarıydı.
İşlerinizin açılması, cironuzun yükselmesi, hastalık ve diğer sorunlardan kurtulmanız ya da çocuklarınızın geleceği için dağın başında bir yere gidip dilekte bulunuyorsunuz, dileğiniz yerine geldiğinde ise gücünüze göre oraya Japon usulü bir kapı yaptırıp isminizi ve gerçekleşen dileğinizi yazıyorsunuz. Devasa firmalardan turistlere kadar ismi olmayan yok gibiydi…
Neden, neden, neden?
Sandığa neden gitmiyorlar? Çünkü bir şeyin değişeceğine inanmıyorlar. Turizme neden mesafeliler?
“Öncelik kendi turistlerimizde” diyorlar. Çin ve ada komşuları Rusya’ya karşı mesafeliler. Çünkü ABD ile dostluklarının bozulmasını istemiyorlar. Turlar neden pahalı? Çünkü çok uzak ve tur standartları çok yüksek…
Japonya’nın ‘en’leri?
■ Tokyo nüfusu 26 milyon!
■ Seikan Tüneli 53.9 km
■ Asma köprü Akashi Kaikyo 3.911 metre.
■ Ülke genelinde 5 milyon otomat makinada ne ararsanız var.
■ Nara’daki Tōdai-ji, dünyanın en büyük ahşap tapınağı
■ Hayatın mucizesi olarak kabul ettikleri kiraz çiçeği sakura mart sonu, nisan başı açıyor ve muhteşem
bir görüntüye sahip.
■ Kağıt katlama sanatı origami ve çiçek düzenleme sanatı ikebana ve ağaç süsleme sanatı Bonzai’de sınır tanımıyorlar.
■ Kutsal dağları Fuji’nin eteklerindeki termal sularda pişen siyah yumurta yediğinizde, Japonya’ya bir kez daha geleceğinize inanılıyor.
■ Geyşaları seks işçisi olarak görmeyi, aldıkları eğitime ve yaptıkları hizmete hakaret olarak kabul ediyorlar.
■ Elektrik tellerini neden yer altına almıyor, görüntü kirliliğinden neden kurtulmuyorlar? Çünkü hem masraflı hem de depremde ilk müdahale yer altında daha zormuş.
Düğün ve cenaze cep yakıyor
Her ne kadar evlenen sayısı hızla azalsa da gerekçesi pahalılık değil. Sadece fotoğraf çekimi için 50 bin dolardan söz ediliyor.
Fotoğraf deyip geçmeyin. Kıyafetler, mekanlar, aileler derken müthiş bir organizasyon gerekiyormuş. Cenazeler ise yakın bir döneme kadar gömülürken şimdi yakılıyormuş ama küllerini kent merkezlerindeki mezarların minik çekmecelerinden birine koymanın bedeli 100 bin dolardan başlıyormuş. Bu yüzden herkesin mezarı yokmuş…
Özetin özeti: Japonya’ya, silkinip yeniden özgüven kazanmaları ve en önemlisi de uğrunda mücadele edecekleri yeni bir gelecek için Meiji benzeri reformist yeni bir lider gerekiyor. Hem de en kısa bir zamanda…
Bitti