20 milyona yakın öğrencimiz var ve hepsi de birbirinden çok farklı.
Ülkemizin dört bir yanı farklı coğrafi koşullara sahip ve aynı anda dört mevsim yaşanıyor.
İlle de üniversite diyen kadar, bir an önce hayata atılmak isteyen de var.
Özele gideni de çok, devlete gideni de.
Köyde üç sınıf bir arada eğitim göreni de var, kentlerde 18-20 kişilik sınıflarda, çok özel ortamlarda ders yapanı da.
Birbirine taban tabana zıt daha onlarca tespit yapmak mümkün.
Peki, o zaman neden hepsine tek tip eğitim veriyor, aynı sınavlara sokuyor ve tek tip yol haritası çiziyoruz?..
Aynı evde, aynı ortamda yetişen kardeşler arasında bile ilgi, yetenek, akademik performans ve hayaller çok farklı iken, ülke genelinde tek tip eğitim uygulamak ne kadar doğru?
Hemen her konuda ezber bozulurken, eğitimde neden bu kadar statükocuyuz?
Savunma sanayiinde olduğu gibi bu konuda da ezber bozup farkındalık yaratamaz mıyız?
Bireye yönelik esnek, modüler, hibrit, uzaktan, yarı zamanlı eğitim modelleri giderek yaygınlaşıyor.
Temel Eğitim Yasamızda da bu konuda önemli satır başları var.
Geçmişte de bu yönde fazlasıyla denemelerimiz oldu ama sınav ve diploma baskısı nedeniyle hiçbirinden sonuç alamadık.
Temel eğitimi 12 yıla çıkartarak önemli bir adım attık ama tek tip bir zorunlu eğitim çocuklarımıza, özellikle de bir an önce hayata atılmak isteyenlere ne kadar donanım kazandırdı?
Mevcut sistem yaşam odaklı değil, sınav odaklı.
Yarış adil olsun diye de tüm farkındalıkları bir kenara iterek, hepsini aynı anda sınava alıp, aynı soruları sorup, aynı süreyi verip, aynı performansı göstermelerini bekliyoruz.
Olmadı, olmuyor ama biz hâlâ inatla bu sistemden vazgeçmiyoruz.
Üreten ve yaşam kalitesi yüksek bir toplum olmak istiyorsak, yükseköğrenimli kadrolar kadar, iyi yetişmiş her türlü yetkinliğe sahip kalifiye ara insan gücüne de ihtiyacımız var.
Hizmet sektörüne eleman yetiştirmeden turizm hayallerimizi; çiftçi, bahçıvan, çoban yetiştirmeden de akıllı tarıma geçip yüksek kalite ve yüksek verimliliği yakalayamayız.
İnşaat, sanayi, sağlık ve diğer sektörlerde durum farklı değil.
Gençlerimizden en azından bir bölümünü üniversite yarışının kaybedenleri olarak değil de hayalini kurdukları için o mesleklere erken yönlendirebilirsek çok şeyler değişir. Kazanan hem onlar olur hem de ülkemiz.
Erken yönlendirme konusuna karar verirsek, gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.
Bu arada her mesleğin onurlu olduğunu da kafalara kazımalıyız ki meslekler ve meslek adamları arasında bir ayrım gözetilmesin.
Önemli olan, hangi işi yaptığımız değil, o işi ne kadar iyi yaptığımız olmalı.
İşinin ehli bir çalışanı işinin ehli olmayan bir başkasıyla aynı kefeye koymadan liyakate önem verdiğimizde, mesleklere bakış açısı çok daha farklı olacaktır.
Değer ölçülerini belirleyen diplomalar değil, o işe verilen önem ve yarattığı katma değer olmalı ki herkes kendi alanında, kendini çok daha iyi yetiştirsin. Günde 300-500 test çözmek yerine, mesleğine odaklanıp o yönde kendini geliştirsin.
İşini severek yapan bir tesisatçıya, bahçıvana, fayansçıya, garsona, hasta bakıcıya, oto tamircisine, hizmetliye o kadar çok ihtiyacımız var ki keşke doğru insanlara doğru işleri yaptıracak modeller geliştirebilsek.
Canlı televizyon programlarında yaklaşık 40 kişilik bir ekip olur ve bir zincirin halkaları olarak hepsi çok önemlidir. Biz ekrana çıkanları görür, tanır, değer biçeriz ama kamera arkasındakiler de övgülerin en büyüğünü hak ediyorlar. Yine aynı şekilde çürük bir halka nedeniyle terslik olduğunda da yine hep gördüğümüze kızar, arkadakileri unuturuz.
Anlayacağınız her görev, her meslek ve her meslek erbabı olabileceğin en iyisi olma konusunda istekli, gayretli ve hele bir de eğitimli olursa, huzur da yaşam kalitesi de kendiliğinden gelecektir.
Özetin özeti: Her çocuğun başarılı ve mutlu olacağı bir alan mutlaka vardır. Önemli olan, onu bulup, o yönde gelişmesini sağlamaktır.