Bir anne, babanın çocuklarına bırakacağı en iyi miras eğitimdir.
Bu dün de böyleydi, bugün ve yarın da farklı olmayacak.
Peki, gidişat bu yönde mi?
“Evet, algı ve gidişat bu yönde ama…” diye cümleye başlayanların sayısı her geçen gün daha da artıyor.
Niye mi?
Eğitim için harcanan emek, para ve en önemlisi de geri dönüşü olmayan zamana bakıldığında karşılığını fazlasıyla aldığımızı söylemek abartılı olur.
Dün çok sıradan bir işte çalışan iki üniversite mezunu bir gençle ayaküstü sohbet ettik.
“Biri olmadı, diğer üniversiteyi, diğer mesleği deneyeyim dedim. O da olmadı. Evet, diplomasız olmuyor ama diplomayla da olmuyor” dedi. Bir şey söyleyemedim.
Diplomalı işsizlerin ve okuduğuna pişman olanların sayısı zirveye ulaştı.
Dur durak da bilmiyor. Diplomalı işsizler kervanına her yıl yeni yüz binler katılıyor.
Peki ama nereye kadar?..
Kabahat kimde?
Aslına bakarsanız kabahatli yok gibi.
Öğrenciler diploma istiyor, aileler onları teşvik ediyor, esnaf alkış tutuyor, dershaneler hayal satıyor, iktidar da her kente hatta her ilçeye üniversite, fakülte ya da yüksekokul açıyor.
Herkes haklı ise ‘diplomalı işsizler kervanı’ neden büyüyor?
Kabahat daha çok eğitim isteyenlerde mi, eğitimin sistematiğinde mi yoksa eğitim sisteminin yanlış kurgulamasında mı?
Örneğin 12 yıllık temel eğitim iyi bir yurttaş, iyi bir insan, yetkin bir birey olmak için dünya genelinde olmazsa olmazların başında geliyor.
Anayasal zorunluluk haline gelmesi de bu yüzden.
12 yıl iyi de peki ya 4+4+4’e, sınav odaklı umut tacirliğine ne demeli?
Yaşam için değil de sınav ve diploma için eğitim modelinde neden bu kadar ısrarcıyız?
Dershaneler dışında eğitimin tüm paydaşları bu gidişattan şikâyetçi ise neden hâlâ yeni bir arayış içerisine girmiyoruz?
Bu sorunun cevabını birileri mutlaka vermeli.
Yoksa diplomalı ama işsiz ve mutsuz gençlerimizin sayısı her geçen gün artar ki bunun da kimseye bir yararı olmaz. Özellikle de ülkemize ve ülkeyi yönetenlere.
İstihdam odaklı eğitim
İnsan gücü ve istihdam planlaması yapmak, üretim odaklı eğitime yönelmek, ilgi, yetenek ve hayalleri merkeze alan bireysel eğitimi öne çıkarmak, sınav odaklı eğitimden vazgeçmek o kadar zor mu?
Öğrencisinden öğretmenine, velisinden politikacısına, işvereninden çalışanına hemen herkesin daha özgün bir eğitim isteği söz konusu.
Peki, o zaman neden yeni arayışlar içerisine girmiyoruz da sürekli patinaj yapıyoruz?..
İçinde bulunduğumuz yüz yılın Türkiye Yüzyılı olmasına canı gönülden inanıyorsak, bunun sekteye uğratılmasına asla müsamaha göstermemeliyiz.
Eğitimde, bilimde doğru yol haritası çizmeden gelecek için söz sahibi olunamayacağına göre, ne yapıp edip katma değeri yüksek eğitim ve bilime yönelmeliyiz.
Üniversitelerimizde her yıl yüz binlerce bitirme, yüksek lisans ve doktora tezi hazırlanıyor.
Peki, bu tezlerden kaçı ülkemizin ya da bulundukları bölgelerin sorunlarının çözümüne yönelik, kaçı bulunduğu bölgeye refah getirdi?
Üniversitelere bilim üretmenin dışında farklı bir misyon yüklersek, örneğin öğrencileri ‘yolunacak kaz’ olarak görüp gündelik ticareti canlandırmaya çalışırsak, altın yumurtlama kapasitesi olan tavuğu et olarak yemeye razı olmuş oluruz.
Ülkelerin en büyük zenginliği, diplomalı işsizler değil, iyi yetişmiş donanımlı, becerikli, üretken mutlu bireylerdir.
Özetin özeti: Eğitimi düzeltmeden, başta ekonomi, yargı, demokrasi, insan hakları, doğal felaketlerle mücadele olmak üzere hiçbir şeyi düzeltmek mümkün değil. Ne olur artık bunu anlayalım…