Çocuk olmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Aylardır eve kapalılar. Okuldan, arkadaşlarından, öğretmenlerinden, oyunlardan uzaktalar. Uzaktan eğitim nedeniyle adeta “ekran kölesi” haline geldiler.
Öyle de olsa, yine de Çocuk Bayramı olan tek ülkeyiz. Gurur verici.
Peki, bu tek başına yetiyor mu?
İşte bunu bugün iyice sorgulamalıyız.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu ilk günden itibaren en büyük hedeflerimizden biri de dünyanın en ileri ülkeleri seviyesine gelmektir.
Bir an için fazla uzağa gitmeden Avrupa’daki çocuklarla kıyaslayalım.
Onlar mı şanslı yoksa bizimkiler mi?
Bırakın sosyoekonomik göstergeleri, sadece eğitimi ele alalım.
Bizimkiler iyi okullara girebilmek için ne büyük çabalar harcıyor, onlar hazıra konuyor.
Ne dershane, ne özel ders, ne de rüyalarına giren testler.
Hem çok iyi bir eğitim alıyorlar. Hem de bayramları olmasa da çocukluklarını doyasıya yaşıyor, mezun olduklarında da iş bulabiliyorlar.
Biz yetişkinlerin çocuklarımıza bırakacağımız en iyi miras bu olmalıydı.
Atatürk’ün, 23 Nisan’ı Çocuk Bayramı olarak ilan ederkenki öngörüsü, muhtemelen buydu. Yılda bir kez de olsa, “Çocuklarımız için ne yaptık?” sorusunu akıllara getirmekti.
O, sağlığında çocuklar için çok şey yaptı. Yetmedi, gelecekte de onları unutmayalım, hep düşünelim diye 23 Nisan’ı bayram ilan etti.
Çocuklar gülsün, eğlensin, yetişkinler de bütün bir yıl boyunca unuttukları çocukları hatırlasın diye.
23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olmanın yanı sıra aynı zamanda onları hatırlama ve onlara hesap verme günü. Tabii eğer onları hâlâ ciddiye alıyorsak!
Sokağa çıkma yasağı olduğu için zaten evdeyiz ve fazlasıyla zamanımız var.
Gelin, bugün, hep birlikte, çocuklarımız için ne yaptık, bundan sonra ne yapacağız sorusuna cevap arayalım. Samimiyetle ve hiç mazeret üretmeden.
Bugün yine hamaset nutukları atılacak. Onları ne kadar sevdiğimiz ve önemsediğimiz söylenecek. Diğer ülkelerdeki yaşıtlarıyla muhtemelen hiç kıyaslanmayacak. Kıyaslansa bile çok daha olumsuz koşullarda yaşayanlar örnek gösterilecek. Oysa bugün onlara hesap verme
günü. Ülke olarak, politikacılar olarak, eğitimciler olarak, veliler ve medya olarak onlar için ne yaptık?
Eğer bugün, doğru bir durum tespiti yaparsak, bir sonraki ve ondan sonraki 23 Nisanları çok daha büyük coşkuyla kutlayabiliriz. Hem de şimdiki gibi yüzümüz kızarmadan!
Liselere giriş?
Sınavla öğrenci alan liselerin kontenjanı yüzde 20’nin altında.
Peki ya geri kalan yüzde 80 nasıl kayıt yaptıracak?
Şişirilmiş hormonlu notlara göre mi?
Bir ay kadar önce bu soruyu Bakan Selçuk’a sorduğumuzda “Senaryolarımız hazır” demişti ama hâlâ açıklamadı!
Sınavla öğrenci alan okullar içerisinde öğrencilerin öncelikle girmek istedikleri okulların kontenjanı da yüzde 5 civarında. Yine aynı şekilde, pek çok öğrenci için evine en yakın liseler arasında, girmek istediği okul yok gibi!
Peki, bu öğrenciler ne yapacak?
Geçen yıl olduğu gibi yine açık liseye mi yönlendirilecekler?
Dünyanın neresinde zorunlu eğitim çağındaki öğrenciler açık öğretime mecbur ediliyor?
Konu çok önemli ama nedense bu durum başta MEB olmak üzere hiç kimsenin umurunda değil!
Görünen o ki eğitim sisteminin genelinde yeni bir yapılanmaya gitmek artık elzem hale geldi.
Daha erken yaşta yönlendirme şart!
Bütün öğrencileri, önce sınavla öğrenci alan liselere, sonra da üniversite önüne yığmanın, dershaneler dışında kime ne yararı var? Öğrencilere kazanımı ne?
Liseyi bitiren bir öğrenci, üniversiteye gitmediğinde hangi yetkinliğiyle iş bulabilecek, yaşamını sürdürecek, kariyer yapacak?
Ne olur artık bu sorulara cevap arayalım. Çünkü bugün onların bayramı!
Her türlü riske rağmen haziran başında yapılması düşünülen LGS’nin kime ne yararı var?
Fırsat eşitliği sağladığını söylemek mümkün değil.
Güvenilir, adil, eşitlikçi hiç değil.
Eğitim uzaktan, sınav yüz yüze olduğu için ölçme değerlendirme tekniği açısından bakıldığında da çok fazla sorunu beraberinde getiriyor.
Yazık değil mi çocuklarımıza?..
Özetin özeti: Daha iyi bir gelecek bizim çocuklarımızın da hakkı...