Tıp fakültelerinde kadavra yokmuş.
Öğrencilerden pek çoğu kadavra görmeden doktor oluyormuş.
Bu durum sanki sadece doktorlara mahsus!
Kamera görmeden televizyoncu, fabrika görmeden mühendis, adliye görmeden hâkim, öğrenci görmeden öğretmen olanların sayısı o kadar çok ki saymakla bitmez.
Görmese de işini iyi biliyordur diyenleriniz mutlaka çıkacaktır.
Keşke öyle olsa!
2 matematik sorusu yaparak mühendisliğe, 2 fen sorusu yaparak da fen fakültelerine girildiğini bilmeyen yok.
Mesleki yeterlilik sınavlarının ülkemizde uyguluma şansı bulmamasının en önemli nedeni işte bu!
İstisnasız, hangi meslek mensuplarını yeterlilik sınavından geçirirseniz geçirin, yarıdan fazlası lime lime dökülecektir.
Neden?
Çünkü hem çok donanımsız mezunları veriyoruz hem de mezuniyet sonrası eğitim yok gibi!..
Uygulamalı eğitim
Türk eğitim sisteminin en büyük zaaflarından biri de ezbere, teste ve teoriye dayalı olması.
Uygulamalı eğitime yeterince önem vermiyoruz!
Çizme giyip tarlaya giden ziraat mühendisi, köye giden veteriner, haber peşinde koşan gazeteci, istikrar isteyen politikacı ara ki bulasınız...
Peki, bu nasıl bir eğitim sistemi ki bol bol unvan dağıtıp, hiçbir denetim yapmıyor?
Devlet, kendi verdiği diplomaya ve üniversitelere kendi güvenmiyor ki KPSS diye deli saçması bir sınavı herkese dayatıyor.
Hani mesleki yeterliliği ölçüyor olsa, hadi neyse ama amacını anlamak gerçekten de çok zor.
Böyle bir kaostan kurtulmanın yolu ise yanlışları eleştirmek yerine yanlışları değiştirmektir...
Eğitim sistemine, çağın koşullarına göre yeni bir format atmak, anayasa değişikliği gibi çok zor bir iş de değil.
Kaldı ki YÖK’ü kaldırmak gibi yasal bir düzenlemeye gidilse, hangi parti hayır diyebilir ki?..
Uluslararası yetkinlik!
Dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girip girmememiz elbette önemli. Ama daha da önemli olan, verdiğimiz diplomaların dünyadaki geçerliliği.
Kendi devletimizin tanımadığı, KPSS ile bir kez daha sorguladığı diplomalarımız, maalesef dünyanın pek çok yerinde ya tanınmıyor ya da tanımamak için kırk dereden su getiriliyor.
Eğitim kurumlarımızın gücünü ille de test etmek istiyorsak, verdikleri diplomalar ne anlam taşıyor, işe önce oradan başlamak gerekiyor.
Onlar bizi tanımıyorsa, biz de onları tanımıyoruz demek de elbette bir yöntem.
Ama akıl, önce niye tanımadıklarını sorgulamamız gerektiğini işaret ediyor.
Bırakalım onları, biz kendimiz, hangi üniversitelerin diplomalarını tanırız, gelin önce ona bir göz atalım.
200’e yakın üniversitemiz var ve bazılarında akademik kökenli tek hoca yok.
Ya da hukuk, eğitim, mühendislik fakültelerine bile hoca bulunamadığı için farklı alanlardan akademisyenler atanıyor. Geçenlerde dört işlem bilmeyen mühendisler var, bazı üniversitelerden gelenlerin, diplomalarını çöpe atıyorum diyen bir CEO çıktı ve hiçbir rektör, “Sen ne diyorsun be adam” diye cevap vermedi...
Özetin özeti: Eğitime çekidüzen vermeden hiçbir sorunu çözemeyiz. Ama bu çekidüzen, ideolojik değil, pedagojik ve evrensel ölçütlerde olmalıdır...