Bilim insanı kime denir konusunda farklı görüşler var.
En iyi bilim insanı, en popüler olan mı, en çok yayın üreten mi, en çok para kazanan mı, en çok öğrenci yetiştiren mi yoksa hepsini birden yerine getiren mi?..
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Serhat Kaya, konuya farklı bir pencereden bakıyor ve yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor:
“Bilim insanlarının atıf almaları, çalışmalarının başka kişilerce değerlendirilmesi elbette çok önemlidir. Ancak sayılar (atıf ya da yayımlanan makale sayısı) tek başına bir şey ifade etmez.
Bugün bahsi geçen çalışmaları (çok atıf) yapan insanlar, daha az atıf alan, başka bilim insanlarının çalışmaları üzerinden kendi çalışmalarını yapar.
Bu da demektir ki atıf tek başına bir başarı göstergesi değildir, nitelikli yayın daha önemlidir.
Bir soruna yanıt aramak için bizler ömrümüzü harcamak isteriz, ancak ülkemizin bilim insanı politikasındaki yapısal sorun buna müsaade etmiyor.
Bunu anlamak için doçent olma kriterlerine bakmak yeter de artar.
Bilgisayar oyunundan puan toplar gibi puan toplanmasını teşvik eden bir sistem sağlıklı işleyebilir mi?
Çok bilinen bir örnek olarak ‘Leyleklerin Göçü’ çalışması yaklaşık 20 yıl sürdü. Bu çalışmayı yapan bilim insanı, 20 yıl boyunca, bu konuyu ülkemizde çalışmaya kalksaydı, en azından 3 yılda bir yenilenen sözleşmesi, hiç makalen yok diye yenilenmezdi!
Sözün özü, çok makale yazmak veya çok atıf almak ya da her ikisi birden kaliteli bir bilim insanı olmanın ölçütü değildir.
Adını hiç duymadığınız, hiçbir zaman ödül almamış ama yayını yüz binden fazla atıf alan Breadford, herhangi bir sıvıda proteinin doğru miktarda ölçülebilmesini sağladı. Onu kimse tanımaz ama COVID-19 için aşı geliştiren Uğur Şahin, Breadford’un yöntemini kullanarak bu aşıyı bulmuş olsa da sadece kendi ismi (Uğur Şahin) bilinecektir. Bu da bilim insanları için kozmik bir şaka olmalı...”
Doğru olan ne?
Atıf sayısının ve bugünkü akademik yükseltme kriterlerinin ne ülkemize ne de kişiye çok fazla bir yararı olmadığı kesin! Ama onlar olmadan da bilimde bilgi birikimi oluşmuyor, doğrular yanlışlar denetlenemiyor ve herhangi bir yol alınamıyor!
Sistem kesinlikle değişmeli, yapılan bilimsel çalışmalar, sadece akademik unvan almak için değil, bilime ve o çalışmalara kaynak ayıranlara da katkı sağlamalı, Fransa örneğinde olduğu gibi, üretilen bilimin ülkeye hatta bölgeye de bir yararı olmalıdır!..
Oysa bizdeki makaleler, genelde, dünyanın seçkin bilim dergilerinde yayımlansın diye yerel sorunlardan çok teorik konulara yönelik oluyor.
Bilim, evrenseldir ve tuğlaların üst üste konulmasıyla elde edilir. İnovasyon da budur! Bu yüzden, o buldu, bu geliştirdi, parayı o kazandı demek ne kadar doğru?
Maçlarda da en çok ter dökenler değil, minik bir dokunuşla gol atanlar kahraman olur. Bu her alanda öyle değil mi?
“Madem o kadar basitti, o aşıyı sen ya da başkaları da bulsaydı” diyen çok çıkabilir.
Şu anki sistem yerine daha esnek ve daha denetlenebilir, daha üretken bir akademik değerlendirme sisteminin gelmesi gerekir.
Neden mi?
Çünkü yayımlanan makalelerden pek çoğunun ülkemize zerre kadar katkısı yok!
Neden İngilizce öğrenemiyoruz? (2)
Yabancı dil öğrenme ve öğretme konusunda ciddi sıkıntılarımız var.
Sonuç ortada:
Yeni bir dil öğrenmek isteyenimiz çok ama öğrenenimiz az.
Peki, bu durum, sistemden mi kaynaklanıyor yoksa farklı bir dil yapısından mı?
2020 Yabancı Dil Yeterlilik Endeksi’ne göre Avrupa’da sondan 2’nci, dünyada ise 100 ülke içerisinde 69’uncu sıradayız!
Neden bu durumdayız?
Neler yapabiliriz?
Daha da önemlisi, bu çıkmazdan nasıl kurtulabiliriz?..
Zor ama üzerinde ciddi anlamda kafa yorulması gereken bir sorun!..
Böylesi önemli konularda, keşke doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilerle görüş alışverişleri gerçekleştirebilsek.
İşte o zaman, nerelerde hata yaptığımız doğru bir şekilde ortaya konulur ve doğru bir yol haritası hazırlanır!
Özetin özeti: Mazeret ya da eleştiri yerine, sorunların çözümüne yönelik akıl ve iş üretelim...