Kuşaklar arasında eskiden derin görüş ayrılıkları vardı. Küresel ve özellikle de dijital dünyayla birlikte çok şey değişti. Hele ki sosyal medyadan sonra…
Dünyanın hemen her yerinde, her kuşaktan olmasa da birbirine yakın kuşakların pek çoğu aynı anda, aynı görüntüleri paylaşıp, aynı tasa ve sevinçleri yaşıyorlar.
Parmakları henüz tuşla tanışmayanların oranı, düne göre çok daha az. Akıllı telefon ve internet girmeyen ev ya da kurum yok gibi.
Peki, kuşaklar arası çatışma ve tüm sorunlar ortadan kalktı mı? Evet demek mümkün değil. Tamam katı bakış açıları değişti ama farklı yeni sorunlar gündeme geldi. Örneğin tolerans yok oldu! Gerginlik arttı. Güven erozyonu tavan yaptı!
Öfkeli kuşak
Gençler öfkeli hem de çok öfkeliler. Haksızlar mı? Hayır. Peki öfkeli olan sadece onlar mı? Hayır!
Hemen herkesin, her konudaki tahammül sınırları altüst olmuş durumda. Kendimize yapılmasını istemediğimiz ne varsa, onu başkalarına yapıyoruz! Sabır sınırlarının zorlanması sadece ekonomik mi?
Herkes iyi bir eğitimden söz ediyor. Peki iyi bir eğitimin özellikleri neler? Beklentilerimizin ne kadarıyla örtüşüyor? Ne kadarı karşılanıyor? Ne kadarı hiç kimsenin umurunda değil?
En önemlisi de tüm bu soruları ne kadarımız ciddiye alıyor? İsterseniz gelin fikir turuna ilk önce eğitimle ilgili olarak tüm dünyanın kabul ettiği olmazsa olmazlarla başlayalım.
- Eğitim önemlidir. Tüm bireyler için anayasal bir zorunluluktur.
- Eğitim gören bireylerin ve ülkelerin yaşam standardı daha yüksektir.
- Eğitim olmadan bilim, bilim olmadan da topyekün kalkınma mümkün değildir. . Eğitim, sadece devlete bırakılmayacak kadar önemli bir konudur. Tüm paydaşların ilgisi ve desteği gerekir…
Ülkelere, bölgelere, kurumlara ve kişilere göre daha onlarca madde sıralamak mümkün. Asıl önemli olan bunları kimin, ne zaman ve nasıl yapacağı?..
İyi eğitim?
İyi bir eğitim konusunda bakış açıları ve beklentiler çok farklı. Kimine göre en iyi eğitim ve en iyi okullar, sınavlarda en yüksek puan kazandıranlardır. Kimilerine göre ise onlar &ld
Geleceğin mimarı, çocuklarımızın ikinci ebeveynleri öğretmenlerimiz mutsuz diye ne zaman bir yazı kaleme alsak, diğer mesleklerden “Mutsuz olan sadece onlar mı?” diye ileti bombardımanı oluyor.
Haksızlar mı? Kesinlikle hayır.
Sürekli olarak eğitimin, öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin, velilerimizin sorunlarını dile getiriyoruz, çünkü bizim ilgi alanımız onlar… Yüzlerce kez dile getirdik ama bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz:
Öğretmenlerin mutsuz olduğu bir toplumda huzuru yakalamak mümkün değil! Bu yüzden ille de bir pozitif ayrımcılık yapılacaksa o meslek gruplarından birisi de öğretmenliktir...
Maddiyat elbette önemli ama onların mutsuzluklarının tek nedeni o değil. Öğretmenlerimizin mutsuzluk gerekçelerini sıralamaya kalksak, buradan Çin’e yol olur. Daha biri çözülmeden, üzerine yenileri ekleniyor. Elbette öküzün altında buzağı aramamak gerekir ama tesadüfün bu kadarı da abartılı değil mi?..
Öğretmen yetiştirmeden atamaya, kariyerden yer değiştirmeye, norm kadrodan statü
Bazı kurumlar ve bazı alanlar vardır ki, onlara zarar vermeye hiç ama hiçbirimizin hakkı yok. Yönetenlere kızıp ülkeyi ya da kurumları sorgularken çok titiz olmak gerekiyor. Yönetenler gelip geçicidir ama ülkeler ve kurumlar her daim vardır. Hele ki kendi ülkemiz ve sahip olduğumuz kadim kurumlar söz konusu olduğunda bu titizliğimiz en üst düzeye çıkmalıdır.
Bir de eğitim, bilim, hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi en temel insani haklar vardır ki onları günün koşulları çerçevesinde şirazesinden çıkarmaya da hiç kimsenin hakkı yoktur.
Bazen stratejik olarak öylesine hatalar yapıyoruz ki, haklıyken haksız duruma düşüyoruz. En çok savunduğumuz ilkelere ve bir parçası olmaktan onur duyduğumuz kurumlara zarar veriyoruz. Eleştirdiğimiz noktaya kendimiz geliyoruz…
Herkesin kendine göre bir doğrusu var ve bunu ne kendisi sorguluyor ne de başkalarına sorgulatıyor. Oysa en azından bizi biz yapan ortak değerlerde uzlaşı sağlamamız gerekiyor ama nafile…
Ülkemizin
Okumanın en büyük erdem olduğu çağımızda çocuklarımızı okuduklarına bin pişman ettik. Böyle bir tablo mu istiyorduk?
Kesinlikle hayır.
Hem devlet hem de millet olarak çocuklarımıza bırakacağımız en önemli mirasın eğitim olduğu konusunda hemfikiriz ama nedense devamını getiremiyoruz. Bırakın farklı iktidarları, aynı iktidar dönemlerinde de bir ahenk yakalayamıyoruz. Her Bakan döneminde eğitime sil baştan yeniden yön vermeye çalışıyoruz.
Sayısal anlamda büyük yol yol katettik. Erişilebilirlik konusunda ülke geneline yayıldık.
Okullaşma oranlarında da düne göre çok daha iyiyiz. Peki ya içerik, kalite, ulaşılabilirlik, sürdürülebilirlik, liyakat, planlama ve en önemlisi de okuyana ve diplomaya verilen değer!
LGS, YKS, KPSS benzeri sınavlar, eğitim sistemimizin kimyasını bozdu. Yeni eklenen sınavlarla da bozmaya devam ediyor.
Peki nereye kadar?
Sınavların kaldırılmasını ya da en aza indirilmesini istemeyen yok gibi ama maddi ve manevi olarak hem devleti hem de öğrenci, öğretmen ve velileri üzmeye devam ediyoruz.
Eğitim, hem devlet hem de velilerimiz için çok önemli. Bu yüzden de hem devlet hem de aile bütçesinden en büyük pay eğitime ayrılıyor. Peki eğitim harcamalarındaki artış ile maaşlara gelen zam eşit oranlarda mı? Daha da önemlisi yaptığımız bu fedakarlığın karşılığını alabiliyor muyuz?
TÜİK verilerine göre 2023 yılında öğrenci başına toplam eğitim harcaması bir önceki yıla göre yüzde 95,1 arttı.
Eğitim harcaması 2022 yılında 25 bin 143 TL iken 2023 yılında 49 bin 45 TL olarak gerçekleşti.
Eğitim düzeylerine göre değerlendirildiğinde, 2023 yılında öğrenci başına harcamanın en yüksek olduğu eğitim düzeyi ise 84 bin 759 TL ile yükseköğretim oldu.
Eğitim maliyetlerindeki bu yükseliş, özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarına kaliteli bir eğitim sağlamasını neredeyse imkansız hale getirirken, beyaz yakalıları da kara kara düşündürmeye başladı.
Sadece özel okullara giden öğrenciler için değil devlet okullarına giden öğrencilerin eğitim yükü de altından kalkılamaz hale geldi.
Kolejlerde olduğu gibi devlet
Her şeyin başı para, güç, demokrasi, hukuk, üretim ya da farklı argüman sunanlara karşı ille de eğitim demeye devam ediyoruz.
Nedeni çok çok açık: Eğer sağlam bir eğitim altyapısı söz konusu değilse elde edilen tüm o değerlerin sürdürülebilir olması mümkün değil.
Bunu görmek için de çok uzaklara gitmeye gerek yok yakın çevrenize bakın yeter.
Eğitime bakarken de sayılara, oranlara, diplomalara değil kazanımlarına bakmak gerekir.
Örneğin doğru insan, doğru yurttaş yetiştirebiliyor mu, hakkı, hukuku, demokrasiyi, üretimi, paylaşmayı özümsemiş mi, elindeki kaynakları ve gücü doğru kullanabiliyor mu?
Bütün bunlar eğitimin görevi mi diye sorgulayanlar olacak olursa, evet eğitimin görevi.
“Yedisinde ne ise yetmişinde odur” diye yaşamı bir cümlede özetleyen müthiş bir atasözümüz var.
Kökenine indiğinizde bilimsel olarak da desteklenir.
Eğitimde fırtınalar kopuyor ama tartışılan konulara baktığınızda temel sorunların neredeyse hiçbiri yok.
Günlerdir okul öncesi eğitimi konuşuyoruz. Sen mi yapacaksın, ben mi yapacağım tartışmalarının ötesine geçip, zorunlu hale getirilmesini isteyen oldu mu?
Okul öncesi eğitim, eğitim kademeleri içerisinde en önemli olanı ama zorunlu değil!
Liseler 4 yıla çıkartılacağına, okul öncesi zorunlu hale getirilseydi çok daha iyi olmaz mıydı?
Sürekli olarak AB ya da OECD ülkeleriyle kıyaslamalar yapılıyor. Peki o ülkeler içerisinde okul öncesi eğitimi zorunlu hale getirmeyen var mı? Neden bu hiç konuşulmuyor?..
Sınavlar kaldırılacakmış!
LGS ve YKS benzeri lise ve üniversiteye giriş sınavları kaldırılsınmış!
Karşı çıkan mı var yoksa kaldırdınız da elinizi tutan mı oldu?