The Others'Bağımsız Filistin'e evet!'

'Bağımsız Filistin'e evet!'

01.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Bağımsız Filistin'e evet!'

Bağımsız Filistine evet

Yuval Rabin, Ortadoğu barış sürecini başlatan ve üç yıl önce öldürülen (4 Kasım) muhafazakar Başbakan İzak Rabin'in oğlu. Babası gibi barış yanlısı o da. "Dor Shalom" adlı bir barış hareketini yönetiyor.
23 Ekim'de imzalanan son "Wye Nehri anlaşması" ile çok soruya açık olan barış süreci ve Rabin'in siyasi mirasını değerlendirdik birlikte. Babasına çok benziyor Yuval Rabin. Aynı onun gibi soğuk ve mesafeli duruyor. Konuştukça fakat tutarlı, derin, dürüst ve tutkulu bir kişiliğin izdüşümleri hissediliyor.
Rabin'e göre Ortadoğu barış sürecinde çözüm için er ya da geç, İsrail ve Filistin arasında net bir çizgi çekmek gerekiyor. Filistin'in bağımsızlığı pahasına da olsa!
"Barış" diyor çünkü Yuval Rabin; "Bana göre önce İsrail'in kimlik sorununu çözmektir. İçerde büyüyen bir azınlık sorunuyla yaşamaktansa, Filistinlilerin bizden ayrılmalarını ve bağımsız bir varlık kazanmalarını tercih ederim..."
Sürekli "dış tehdit" ve "kimlik sorunuyla" yaşayan bir ülkeye ait olmak ne demektir?
İsrail bu sorunu en uç noktalarında yaşayan bir ülke. Genç Rabin'in bu konuda yaptığı saptamalar, İsrail toplumunun içinde yaşadığı tüm çıkmazları anlatan, söyleşinin en ilginç bölümünü oluşturuyor.






- Hayatta olsaydı, Wye anlaşmasını babanız nasıl karşılardı?
- Oslo'nun parçası olan eski taahhütleri yinelemekten başka, anlaşmada yeni bir şey yok. Babamın hiç sevmeyeceği şeyler, Wye anlaşmasının avantajları olarak sunuluyor. Oslo'dan bu yana çok terör olayı yaşadık. İsrail ve Filistinliler arasında güven kaybı oldu. Bizde bir hükümet değişikliği gerçekleşti. Netanyahu ile Ariel Sharon'un Arafat'la karşılıklı güvenden söz ederken çekilen fotoğrafları gerçeküstü!
- Neden?
- Beş yıl önce Oslo barışının amansız karşıtları olarak karşımıza çıkanlar, Washington'da oturup barış görüşüyorlar. Babamın 3. ölüm yıldönümünde, daha "gerçeküstü" bir şey olabilir mi? Sharon, Savunma Bakanı'yken, Arafat ve FKÖ'yü Lübnan'da kovalamıştı. Şimdi eşit düzeyde, karşılıklı barış müzakeresi yapıyorlar. Eşi benzeri olmayan, fevkalade ilginç bir fotoğraf bu.

- Anlaşmada babanızın hoşlanmayacağı şeyler neler?
- Babam CIA'nın işin içine girmesinden hiç hoşlanmazdı. Çıkabilecek olası anlaşmazlıklarda, kimin haklı, kimin haksız; kimin doğru, kimin hatalı olacağına karar verecek bir 3. tarafa ne gerek var? Yapıcı atmosfer yaratan bir unsur değil bu. ABD ile ilişkilerimizi yaralayabilir.
- Niye buna gerek görüldü? CIA neden devreye girdi?
- Filistinlilerin terör eylemleriyle yeterli düzeyde mücadele edip, etmediğini saptamak amacıyla yaptılar bunu. Terörle yüzde yüz mücadele yok. Son örneğini gene geçen hafta gördük. Gözü kara bir teröristin ortaya çıkması yetiyor. Doğru olan güvenliğimizle bizim doğrudan ilgilenmemiz; varılan ikili anlaşmaları da ABD'nin dışardan desteklemesidir. İşin içine yabancı bir güç ya da ajan sokmaya gerek yok.
- Kalıcı bir barış olabilir mi bu?
- Kehanette bulunmak güç. Bana göre hiçbir şey mutlak ve ebedi değil. Oslo'dan beri yaşanan terör olayları, ümit verici bir tablo çizmiyor. Ama "başka bir alternatif söz konusu olabilir miydi?" sorusunun da cevabı yok. İki milyon Filistinliye yıllar boyu güç kullanmak, İsrail toplumu üzerinde olumsuz etkiler yaptı. Yalnız ekonomik değil, ahlaki sorunlara yol açtı bu. İsrail'i bir şiddet toplumu yaptı. Şiddet, güç kullanmanın meşru olduğuna dair bir inanç yarattı.
- Wye anlaşmasına iki taraf da iyimser yaklaşmıyor. İsrail ve Filistinliler birbirlerine kuşkuyla bakıyorlar...
- Eline makineli tüfek alan bir İsrailli ya da Filistinli tüm süreci geri çevirebiliyor. (Ortadoğu barış sürecinin başlangıcı sayılan) Oslo '93 Eylül'ünde imzalandı. Ardından '94 Şubat'ında İsrailli bir fanatik, Hebron Camii'nde ibadet eden 30 Filistinli Müslümanı öldürdü. Ve şiddet sarmalı tırmandı. Barışın uzun ve zor bir süreç olduğunu; bir andan diğerine alaşağı edilebileceğini kabul etmeliyiz.
- Netanyahu aşırı sağı kontrol edebilir mi?
- Bu mümkün. Babam, Oslo anlaşmasını imzaladığında daha başedilmez zorluklarla karşı karşıyaydı.
- Neydi onlar?
- '93'te durum böyle değildi. '93, barışa atılan ilk büyük adımdı. Bugün kamuoyu yoklamaları, İsraillilerin % 85 - 90'ının barıştan yana olduğunu gösteriyor.
- Yazar Amos Oz, o ilk adımı şöyle anlatmıştı: "El sıkıştık artık. Bekaretimiz bozuldu. Bu dramatik olayı tekrar yaşamak zorunda kalmayacağız..."
- Doğru böyle. Şu anda var: Babamın anlaşma yaptığı dönemde, (partisinde) bir barış karşıtı Netanyahu faktörü vardı. Bugün barış karşıtlarını örgütleyecek Netanyahu gibi bir lider yok. Netanyahu da babamın konumunda değil bugün. Daha güçlü. Aşırı sağla baş edebilir.
- Kalıcı barışın şartı ne?
- Kimlik sorununu çözmek.
- Ne gibi?
- Annem, babam, dedelerim hepsi "Yahudi devleti" ideali ile İsrail'e geldiler. İsraillilerin genlerinde ve İsrail bağımsızlık bildirisinde var bu. Dindar olsun, olmasın; her İsrailli bu "Yahudi devletini" korumak ister. İsrail'in modern ve demokratik bir Yahudi devleti olması gerekiyor. Ama demografik bir sorun var: 2 milyon Filistinli ve 1.5 milyon Arap kökenli İsraillinin nüfus artışı bizimkinden hızlı. Bu İsrail'i iki uluslu bir ülke olmaya götürür. Pratikte yürümez. Filistinlilerle aramıza kesin bir sınır çekmek mecburiyetindeyiz. Kim bir santim fazla, kim bir santim az toprak aldı; artık bunu tartışmak yersiz.
- Ne pahasına olursa olsun, Filistinlilerin hayatınızdan çıkmasını istiyorsunuz...
- Bağımsız ülke kurmalarına itirazım yok. İçerde büyüyen bir azınlık sorunuyla yaşamaktansa, bizden ayrılmalarını ve bağımsız bir varlık kazanmalarını tercih ederim.
- Başka bir ünlü yazar David Grossman da "barışı sırf bu kimlik sorunu üzerine gidebilmek için istediğini" anlatmıştı yaptığımız söyleşide. Şöyle demişti: "Dış tehdit kalkınca, dinci laik çatışmasını daha kolay çözeriz. Dış tehdit olduğu sürece, bu meselelerin üstüne gitmemiz mümkün değil..."
- Tamamen aynı şekilde düşünüyorum. Bugün İsrail toplumunu ne yazık ki yalnız büyük felaketler ve dış tehdit bir arada tutuyor. İki helikopter düşüp 73 İsrail askeri öldüğünde, tüm ülke ortak acı etrafından birleşiyor. Bunun ötesinde çok bölünmüş bir toplumuz biz.
- Ne anlamda?
- Her anlamda. İsrail bir diller ve kültürler bütünü. "Ne var bunda? ABD de böyle!" diyenler çıkıyor. Oysa bir benzerlik kurmak mümkün değil. 6 milyonluk ülkenin 1.5 milyonu Arap kökenli. Bunların bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı Müslüman. Artı Rusya'dan göç eden 1 milyon İsrailli var. Yalnız Rusça konuşuyor ve Rus gazeteleri ile yaşıyorlar. Dinciler ve laikler arasında, şiddete, bölücülüğe dönüşen bir gerilim var. Bu kültür farklılıkları, gelir düzeyi farklılıklarında da kendini dışa vuruyor. İsrail dünyada, gelir dağılımı en bozuk bir ya da ikinci ülke. Bunlar fanatiklerin ekmeğine yağ sürüyor. David Grossman haklı. Babamı barışa götüren faktörler de bunlar oldu.

- Barışın geleceğinde Arap kökenli yurttaşlarınıza ne rol biçiyorsunuz?
- Bizimle eşit vatandaşlık statüsü öngörüyorum. Müslüman Arap İsrailliler sürekli bir kimlik bölünmesi yaşıyor. Bununla yaşamak zorundalar. Ve buna alıştılar.
- Siz onlarla yaşamaya alıştınız mı?
- Bu gerçekle biz yeterince hesaplaştık sanıyorum. İsrailli Araplar, ulusal pastadan gereken payı almıyor. Doğru. Ama aynı zamanda bizimle eşit yükümlülük altına girmiyorlar. Askerlikten muaflar örneğin. Onlardan, kan kardeşleriyle savaşmalarını bekleyemeyiz. Bu şartları, iki tarafın da hazmetmesi gerek. Azınlıklar, azınlıktır. Eşit şartlardan yararlansa da, azınlıklar azınlık kalır. Arap İsrailliler azınlık olmaktan çıkarsa; İsrail, İsrail olmaktan çıkar.
- Kalıcı barışın takvimi ne?
- Mesele takvimden çok, barışa açık bir duygu atmosferi yakalayabilmek. Barışa ivme kazandıracak unsur bu. Barış umudunun arttığı dönemlerde, dışardan içeri bir hareket oluyor. Umudun yitirildiği dönemlerde yurt dışına göç eden İsrailli sayısında artış ortaya çıkıyor. "Kafama uygun bir devlette yaşayamayacaksam New York'ta yaşarım, daha iyi" diye düşünmeye başlıyor insanlar... Son zamanlarda gene böyle dışarı göç dönemine girildi. Bu trend geri çevrilmeli. Kalıcı barıştan anladığım şey bu. Barışın cevaplaması gereken soru bu: "Nasıl bir ortak İsrail istiyoruz?"
- Clinton; Gazze, Batı Şeria, Golan'ın güvenlik sorunları ile barışın Suriye ayağını halledebilecek mi?
- Wye sürecinde tarafları yan yana getirmek ve anlaştırmak konusunda büyük beceri gösterdi Clinton. Netanyahu ile Esat'ı anlaştırabilecek biri varsa o da Clinton. Fakat neticede bunu bizim Esat'la halletmemiz gerekiyor ki; kolay değil bu.
- Lübnan sınırı ne olacak?
- Suriye ayağında başarı sağlanamazsa, orada ilerleme mümkün değil.
- En çetrefil konu, Kudüs'ün geleceği...
- Çeşitli formüller söz konusu. Bir İsrailli olarak ben Kudüs'ün bölünmesini istemem. Bulunacak formül ne olursa olsun, İsrail'in kent üzerindeki egemenliğini yitirmemesi gerekiyor.
- Babanızın size ve İsrail'e bıraktığı miras ne?
- İsrail kavramının içerdiği herşeyin simgesidir babam. Bu bir yanda askeri güç ve güvenliğe ağırlık vermek: diğer yanda toplumsal sorunları çözmek anlamına geliyor. İnsanlara güvenlik içinde iyi bir yaşam vaat eden bir ülke demektir bu. İsrail bir savaş ve mücadele yeri değil, refah ülkesi olmalı. Babam, '92'de hükümeti kurarken başka bir şey söylememişti zaten. "Güvenlik yalnız top, tüfek, tank, uçak gemisi değil; ev, iş, eğitimdir" demişti.
- Sizin ondan devraldığınız miras ne?
- Ülke bütünlüğü için çalışmak.
- Babanızı kim öldürdü? Cinayeti kafanızda çözdünüz mü?
- Hayır. Tetiği kimin çektiğini biliyoruz. Gerisi büyük bir esrar.
- Barış serüvenine atılınca onun böyle bir sonla karşılaşabileceğini düşünmüş müydünüz?
- Hayır, asla. Bizim için büyük, korkunç bir şok oldu bu.
- Onu hangi hayat kuramıyla hatırlıyorsunuz?
- "Kendi kendinizle barışık olun!" Bunu hep söylerdi. İkna olmadığınız bir şeyi yapmamalısınız. Yaptığınız iş sizi ikna etmeli önce ve şartlar ne olursa olsun, doğru olanı yaptığınızdan emin olmalısınız...