ŞiirlerSeyfi Baba şiiri - Mehmet Akif Ersoy

Seyfi Baba şiiri - Mehmet Akif Ersoy

Seyfi Baba şiirinde Mehmet Akif Ersoy yaşadığı yıllarda insanların yoksullukla nasıl mücadele ettikleri, evsiz insanların nasıl çoğaldığı anlatılmaktadır. Seyfi Baba şiiri, serim, düğüm ve çözüm olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır: Kahraman anlatıcının eve gelip Seyfi Baba’nın hasta olduğunu görmesi , Seyfi Baba’ya gitmesi için yola çıkması ,Seyfi Baba’nın evine gelmesi şeklindedir. Tema, sosyal sefalettir. Bunu manzumedeki ev ve sokak tasvirlerinde görmekteyiz. İşte Seyfi baba şiirinin sözleri.

Seyfi Baba şiiri - Mehmet Akif Ersoy

SEYFİ BABA

Haberin Devamı

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

-Seyfi Baba

Hastalanmış, yatıyormuş.

- Nesi varmış acaba?

– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.

– Keşke ben evde olaydım Esef ettim, vah vah!

Bir fener yok mu, verin Nerde sopam? Kız çabuk ol

Gecikirsem kalırım beklemeyin Zira yol

Hem uzun, hem de bataktır

– Daha a'la, kalınız:

Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.

 

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;

Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta  belde.

Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlıyarak,

"Gel!" diyen taşları kurtarmasa, insan batacak

Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,.

Boğuyordum müteveffayı bütün aferine.

Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,

Düştü artık bize göllerde pekala yüzmek!

Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,

Haberin Devamı


Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse ;Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!

Fenerim başladı etrafım tektük hisse.

Vakıa ben de yoruldum, o fakat pek yorgun

Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:

Kah  olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;

Kah  olur, mürde şua'atı düşer bir mezara;

Kah  bir sakfı çökük hanenin altında koşar;

Kah  bir ma'bed-i fersudenin üstünden aşar;

Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;

Sonra en korkulu eşhasa çekinmez, sataşır;

Gecenin sütre-i yoldaşım çekmiş, üryan,

Sokulup bir saçağın altına guya  uyuyan

Hanüman yoksulu binlerce sefilan-ı beşer;

Sesi dinmiş yuvalar, hake serilmiş evler;

Kocasından boşanan bir sürü biçare  karı;

O kopan rabıtanın, darmadağın yavruları;

Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:

Evi sırtında, sokaklarda gezen aileler!

Gece rehzen, Sabah olmaz mı bakarsın, sail!

Serseri, derbeder, avare , haramı, katil

Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil

Bana göstermeli bir kerre Niçin? Belli değil!

Ya  o biçare  de rahmet suyu nuş eyliyerek,

Hatm-i enfas edivermez mi hemen "cız!" diyerek?

O zaman sami'anın, lamisenin şevkiyle

Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetli hele!

Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi

Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.

 

Hele ya  Rabbi şükür, karşıdan üç tane fener

Haberin Devamı

Geçiyor Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,

Giderim arkalarından Yolu buldum zaten.

Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hala ben!

İşte karşımda bizim yar-ı kadimin yurdu.

Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.

Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip

Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip

Açıversem iyi amma kapı zaten aralık

Galiba bir çıkan olmuş Neme lazım, artık,

Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,

Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.

Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak

Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!

Sola döndüm, odanın eski şayak perdesin!,

Aralarken kulağım duydu fakirin sesini:

 

– Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evladım!

Haklısın, bende kabahat ki haber yollamadım.

Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun

Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın

Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

 

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım,

Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.

Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,

Haberin Devamı

Sürme çekmiş gibi nur indi mumun kör gözüne!

O zaman nim açılıp perde-i zulmet, nagah,

Gördü bir sahne-i üryan-ı sefalet ki nigah,

Şair olsam yine tasviri olur bence muhal:

O perişanlığı derpiş edemez çünkü hayal!

 

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,

Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

– Ihlamur verdi demin komşu Bulaydık şunu, bir

– Sen otur, ben ararım

– Olsa içerdik, iyidir

Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme

Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,

Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan,

Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

– Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?

Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.

– Mehmed Ağa'nın evi akmış. Onu aktarmak için

Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktarmıyayım Kim getirir ekmeğim!?

Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!

Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz;

Haberin Devamı

Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.

Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman

Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman

Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç

Görüyorsun daha gelmez Yalınızlık pek güç.

Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;

Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!

– Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!

Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

 

İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına

Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,

Başladım uyku teharrisine, lakin  ne gezer!

Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.

Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,

Önce amma şu fakir ademi memnun edeyim.

Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade!

O zaman koptu içimden şu tebassür ebedi:

Ya  hamiyyetsiz olaydım, ya  param olsa idi!

MEHMET AKİF ERSOY