Merve ÖZÇELİK kimdir? Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
Öncelikli olarak insan hangi kimliğini söyleyeceğini bilemiyor. Ben eğitimciyim. İngiliz dili ve edebiyatı mezunuyum. Çevirmenlik yaptım şimdiye kadar. Çeşitli eğitim kurumlarında ve dil kurumlarında çalıştım. Ayrıca benim bir kimliğimde edebiyatçı. Hepsinden sonra çocukla beraber gelen annelik kimliği ve bunun doğrultusunda da Başakşehir anneleri topluluğu.
Peki annelik sizde neler değiştirdi?
Annelik neler değiştirmedi ki? Bir söz var ya hani “dünyam altüst oldu. Nereden biliyorsun altının üstünden daha hayırlı olmadığını.” diye. İşte bazen insanın dünyasının alt üst olması gerekiyormuş. Bir düzeniz varken her yaptığınız tercih sizi farklı kapılara götürüyor.
Annelik serüveni nasıl başladı?
Ben evlendikten sonra hemen bir çocuk telaşına girmedik. Sonradan bir çocuğumuz olsa hiç te kötü olmaz dediğimiz noktada bir de baktık ki çocuk sahibi olamıyoruz. Bunu fark ettik ve tüp bebekten önce bir aşılama yapıldı ama gereksiz bir uygulama ve yanlış yönlendirmeydi. Bir süre sonra tüp bebek uygulaması yapıldı. Çeşitli uygulamalar, iğneler derken tabi bu süreçte çalışma hayatımda sekteye uğradı. Her doktor kontrolü izinleri gerektirdi, bir amacımız vardı ve vazgeçiş noktası burada başladı. Nihayetinde tüp bebek başarı ile sonuçlandı ama ne yazık ki çoğul gebelik olduğu için bir düşük tehlikesi yaşadım. Hastaneye yatışım gerçekleşti. Ve 17. Haftada serküler serklaj operasyonu geçirdim. Doktorum “biz elimizden geleni yaptık rahatlığını yaşamamış gerekiyor, zaten bu çocuklar zaten düşecekler bu operasyonu yapmadığımız taktirde” dedi. Ancak 26. Haftada doğum gerçekleşti.
Prematüre annesi olmak nasıl bir duygu? Neler yaşadınız?
Biri 1000 gram diğeri 700 gram doğdular. Yoğun bakım süreci başladı. Hiç bilmediğiniz ve hayatta hiç karşılaşmadığınız şeyler. O yüzden diyorum ya farkındalık önemli, siz oraya düşmeden o süreci bilmenize imkan yok. Benim bu sürecim 69 gün kızımla birlikte sürdü. Tabiî ki bu süreç güllik gülistanlık geçmedi. Çünkü her gittiğinizde bir komplikasyonla karşılaşabiliyorsunuz. sarılık oluyor, nefesle ilgili sorunlar çıkabiliyor, tıbbi terimleri öğreniyorsunuz ve oradaki her şey sizin hayatınızdaki sürece dahil oluyor. Taburcu olmamızda ayrı bir olay. Çünkü kolik bir çocuk kuvezde durduğu gibi durmuyormuş. (gülüşüyoruz). Onu da öğrendik. Oğlum bu arada kuvezde. Biri eve geldi ama biri hala orada. Bir ele daha ihtiyaç duyuyorsunuz. Biri yanınızda ama diğerini de ziyaret etmeniz gerekiyor ve çırpınıyorsunuz gerçekten diyorsunuz ki “onu orada yalnız bırakmış hissiyatı mı veriyorum acaba?”kuvez de farklı bir dünyaydı mesela. Birinin başında biraz daha mı fazla kaldım? Diğerine daha mı az dokundum? Birinin iyiye gidişine sevinirken diğerinin kötü oluşuna üzülmek ve dahası…
Ve 139. Gün hastane enfeksiyonundan kaybettik biz oğlumuzu. Ama daha öncesinde de ilk haftasında bir kalp ameliyatı oldu. Doktor o zaman şunu demişti; “biz bu çocuğu ameliyathaneye bile indirmiyoruz ki bir sarsıntı veya başka bir şey olmasın diye, sen 500 gram say bu çocuğu.” Çok şükür kalp ameliyatını atlattık. Daha sonra ince bağırsağının çürüdüğünü öğrendik. Sonra ise beyninde 2. Derece kanama var. O ara 2. Bağırsak operasyonunu gerçekleştirdiler. Nakil söz konusu ama Türkiye’de bunu yapan doktor yok denecek kadar az. Tabi bu süreçler içinde farklı farklı dünyalar açılıyor size. Prematüre annesi olmak ne demek ikiz annesi olmak ne demek öğreniyorsunuz.
Anneliğimin 139. Gününde kucağımda kızım diğerini mezara koyduk. Bir anda şunu fark ediyorsunuz ne kariyeriniz ne eğitiminiz ne kariyeriniz ne maddiyatınız ne de yaşantınızın hiçbir önemi yok. Çünkü yapabilirliklerinizin sınırını keşfediyorsunuz. Bir de benim kızımla yola devam etmem gerekiyordu işin bu kısmı da var. Birinin vefatının yasını tutuyorsunuz ama diğerinin de selameti için güçlü olmaya, onu eğlendirmeye çalışıyorsunuz. Ama farkındalığınız ikizlere kayıyor. Alışverişte daha çok ikiz arabası gözünüze çarpıyor. Oyun alanında ikizler dikkatinizi çekiyor. (sessizlik-göz yaşı)
Benim kızım için güçlü olmam gerekiyordu. Her şeyim değişti. Hayata karşı bakış açım başta. Şu anda kariyer denen şey ya da para kazanmak gibi şeyler bir anda silinip atılabilecek şeyler. Gözümde hiçbir değeri kalmadı.
Gelelim kitaba. Sizi yazmaya yönlendiren şey neydi?
İngiliz dili ve edebiyatı okuduk ama edebiyatı ayırmaktan öte dünya edebiyatı gözüyle bakıyorum ben. Edebiyat benim her zaman içimdeydi ve kalemim sürekli bir yerlere bir şeyler yazar çizerdi.
Konu seçiminiz neden lösemi?
Hep bir hayalim vardı benim. Çocuk edebiyatı alanında hiç hastalıklara değinilmeyen hastalıklar üzerine çalışılmayan bir sektör. Bu sektörün kaygısı tamamen ticari. Çünkü deniliyor ki yayın evleri tarafından ben bu kitabı/içeriği basarsam kime hitap eder, bunun satışını nasıl yaparım? Fakat şunu göz ardı ediyoruz biz hastalık denilen şey ya da çocuklarla ilgili rahatsızlıklar hayatın apayrı bir yerinde değil. Birkaç yayın evi var bu konulara değinen fakat onlarda genelde çeviri kaynaklı olduğu için bizim kültürümüze uymuyor. Birde ebeveynler olarak biz çocuğuma ben bunları alıp okursam nasıl olur diye düşünüyoruz. Ama şunu göz ardı ediyoruz. Çocukları empati yeteneğinden mahrum etmememiz gerekiyor. O noktada da içimde hep yazdığım hikayelerde özel olan hastalıkla ilgili hikayeler vardı. Kısmet oldu en sonunda bu konu üzerine ilk kitabım olan “Hoşça Kal Lösemi” 2017 yılının sonlarında yayınlandı. Çok üstüne düştüğüm bir konuydu.
Her isteyen yapabilir mi bu işi? Siz neler yaşadınız buraya gelene kadar?
Ortaokulda şiir defterlerim vardı. Kasetler içinden sözlerin yazılı olduğu kağıtlar çıkardı bilirsiniz ben o sözlerin bazı kısımlarını beğenmez değiştirirdim. Bir gün tarih dersinde sıranın altından poğaça yiyorum. Hoca ne yaptığımı sordu söyledim. İnanmadı. Çantamı karıştırdı. Buldu defteri. Dersindeki en başarılı öğrencilerden de biriyim bu arada. Teneffüste yanına çağırdı. Yanında edebiyat hocamız var. Ona laf attı. Bu kızımız aşk meşk şiirlerine sarmış biliyor musunuz? Dedi. Şükrü hoca “evet hocam biliyorum, öğrencimizin edebiyata karşı ilgisi vardır" dedi. Hocamızın dediği yeterli olmadı tabi. Annem çağırıldı okula, şiir yazmaktan dolayı suçlu bulunduk. Diyeceğim o ki kim olursa olsun hangi alana ilgisi varsa onu güçlendirmesi için hep yüreklendirilmeli. Ne sizi mutlu edecekse onu yapsınlar derim. Ama bizim toplumumuzda genelde sanat hobi olarak yaptırılıyor.
Yazarlık zor derler ülkemizde. Katılıyor musunuz bu söylenene?
Cemil Meriç vardır Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük entelektüellerden biri. Ümit Meriç bir kitabında anlatır. Gözü kitap okumaktan o kadar bozulmuş ki bir rutin oluşturulmuş öğrencileri geliyor kitap okumalarını yapıyor, daha sonra ise Cemil hoca söylüyor öğrencileri yazıyor. Hayatları bu şekilde gelişmiş insanlar var. Böyle bir ocakta yetişmek ne güzel bir şey. Yazar olmak bu ülkede çok meşakkatli bir süreç. Şimdiye kadar bu denli emeklerle yazılar yazan yazarların emeği maalesef karşılık bulamadı. Telif hakları farkındalığı son dönemde bu kadar yaygındır. Maddi olarak pek bir getirisi olan bir iş değil zaten. Belki çok okunan bir yazar olursanız ancak düzenli bir geliriniz olabilir. Ama yazarlığın asıl amacı karşılık beklemeden bir şeyler paylaşabilecek bir karaktere sahip olabilmektir.
Peki Başakşehir Anneleri’ni de değinmek istiyorum. Nereden aklınıza geldi?
Kızım yaklaşık 6 ayını geçmişti, sosyal medyada hesaplar oluşturdum. Bir gün bir masal saati duyurusu yaptım ve o gün gelen 2 kişi oldu. Daha sonra yavaş yavaş sayımız çoğaldı. Anne olduktan sonra hayattan kopmamak gerektiğine inanıyorum. Öyle ilanlar var ki şurada anne sohbeti var diyor mesela ama altında çocuksuz katılım gerektirdiği yazıyor. Ama imkanlar kimsenin aklına gelmiyor. Gerçi böyle bir yere gidince çocuklu gitsekte en ufak sorunda en büyük tepkiyi hemcinslerimizden alıyoruz ve ortamı terk etme ihtiyacı duyuyoruz. O yüzden biz her toplantımızda şunu vurguluyoruz; “çocuk büyütüyoruz, ağlayacaklar, sorun yaşayacağız ama destek olacağız. Böyle oldukça da anneler rahat olacak hayata karışacak.” O yüzden biz topluluğumuzu hep çocuk üzerinden yürüttük.
Biraz da yaptığınız ve içinde bulunduğunuz sosyal sorumluluk projelerinden bahsedelim ve toparlayalım isterseniz?
Gülümseyen maskeler topluluğuyla ortak projeler yaptık. Onların yürüttükleri projelere destek olduk. 23 Nisan’da çocuklara pijama ve oyuncak hediyesi vardı. Birde bunlara ek olarak her çocuk için ismine özel mektuplar hazırladık. Ayrıca kış için mont ve bot kampanyaları vardı ona destek olduk. Ayrıca ramazan ve kurban bayramlarında bayramlık hediyeleri alma projesine katıldık. Birde ramazanda kumanya kartı hazırlandı. Onlara destek olduk. Ben sadece duyurularımla aracı oldum. Bunun haricinde Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinden bana ulaşan bir arkadaş vardı. Çakırca İÖO’nu baştan yenilemişler. Fakat kırtasiye konusunda eksikleri kalmıştı. Bir oyuncak firması sponsorluğunda da bu ihtiyaçlarını karşıladık. Yine aynı arkadaşlarla Ahlat’ta bir okulumuz için bir kahvaltı organizasyonunun geliriyle kırtasiye desteği sağlayacağız. Ayrıca İBB Rasim Özderen Kütüphanesi’nde her Salı Şule KEKLİK hocamla birlikte masal saati yapıp çocukları masallarla buluşturuyoruz.
*****
Çok keyif aldığım bir sohbetti. Röportaj üzerine de biz sohbete devam ettik. Ağladık, güldük. Ama yanından ayrıldığımda bana şu hissi yaşattı; ne kadar güçlü, insanlar neler yaşıyor ne imtihanlardan geçiyor ve ayakta kalıyor. Sohbetimiz esnasında “Senin derdin dert midir benim derdim yanında” diyen arabesk şarkılardan başkasının derdini küçümsemeyi öğrendik demişti. Ama bana kendisi “hayatta ne yaşarsan yaşa ama ayakta kal.” düsturunu öğretti. Kendisine samimi sohbeti için bir kez daha teşekkür ediyorum.