Yıllar önce kendimce bu tanımın herkes için farklı olduğunu düşünmüştüm sadece. Ardından yaptığım çalışmalar üzerine bunun ne kadar gerçekçi bir detay olduğunu ispatladım sanırım kendime ve herkese.
Omurganızın üst kemikleri, omuzlarla kulunçlar arasındaki omurga kemikleri (kalbin arka yüzü) “sevgi” kelimesinin sizdeki tanımını anlatıyor. Bu kemikler beden yazılımlarında sevgiye dair sevmeye ve sevilmeye dair tüm kayıtların tutulduğu yer diyebilirim. Burada çocukluğunuzda ailenizde, çevrenizde gördüğünüz ve göremedikleriniz üzerine sizin yazdığınız tanımlar ve açıklamalardan tutun da anne ve babanızın tüm genetik soyunda kadın nedir, erkek nedir, sevmek nedir gibi tanımların nasıl geçtiği yer alıyor.
O zaman da şunu söyleyebiliyoruz, hem genetik olarak aldığın algılar ve tanımlar hem gördüğün yaşadığın ve tarife konu ettiğin detaylar sonucunda bir final algın var: senin için sevgi ne demek o da bu işte!
Örneğin bir danışmanlıkla bir danışanımızın anne ve babası birbirini çok seviyordu ancak iletişimde çatışmacı bir durumları vardı. Bu arkadaşımız gözlemleri üzerine kendine sevgiyi tanım olarak yazarken “sevgi güzeldir ama öncelik iyi iletişimdir” haline dönüştürmüş ve sevgiden bile üstün ve hatta baskın biçimde “iletişim” tanımını ön şart olarak koymuştu. Baktığınızda bu kişi şöyle de düşünebilirdi: “İletişimde aksaklıklar olabilir ama sevgi her zaman bütünleştiricidir”. Ama bunun yerine onun da tanımı iletişim odağı üzerine kurulmuştu. Böylece tüm ilişkilerinde iletişim öncelikli şartı olmuş, iletişim yönünden sorun yaşamış, sınavları olmuş ya da orantılı davranışlar sergileyememişti. Hatta sevip sevmediği ya da sevip sevemeyeceğiyle bile ilgilenmeden önce iletişime bakmıştı. Yani onun tanımında hem genetik geçişler hem de aile izlencelerinin sonucunda hatalı bir cümle kurulmuştu. Bir diğerinde “kaliteli yaşamın ortak paydada buluşması” idi ve bu normal gibi görünse de tüm ilişki dünyasını başka bir çarmıha geriyordu. Algılar ve cümleler işte tam burada yakalanıp sadece yanlış kısmı düzeltilerek yeniden kurulabilir değil mi? Hayatın en güzel dönüştürücülüğü de burada.
Hal böyleyken o zaman hepimiz için “sevgi” başka bir tanımla vücut buluyor, bu tanımlarda ise onlarca yaşanmışlık ya da yaşanmadan alınmışlık var. Bu gerçeklik üzerine de “sevgi” tanımlarımızı başkalarına dayatmanın ve o tanımlar üzerine savaşmanın anlamsızlığını öğreniyoruz. Yani benim tanımım başka seninki başka, ben senin gibi düşünemem sen de benim gibi. Sadece cümlelerimizi değiştirip ortak paydada buluşturabiliriz değil mi? İlişkilerde taraflardan biri diğerine kendi sevgi anlayışı üzerinden tepki gösteriyor ve genelde bu tanımlar üzerine savaş çıkıyor, anlaşmazlıklar yahut ayrılıklar… “Gel tanımlarımızı düzenleyelim” desek mesela... Kemiklerimize bakalım da diyebiliriz. :)
Sevgi kelimesini güven, emin olmak, iletişim, maddi güç, sarılmak, dokunmak veya yanında olmak ile tanımlamış olabiliriz.
Kimse kimsenin sevgi tanımını tam beslemek zorunda değildir, sadece bunun için özen gösterebilir ve bunu anlayabiliriz birbirimiz için. Önemli olan sadece sevgi tanımlarımızı anlayabilmektir yani. Böylece onarmak mümkün hale gelebilir ya da ortada buluşmak…
Sevgi kelimesini risk ve tehlike faktörüyle tanımlamış ve yasaklı madde gibi kapatmış sırt beyin beden haritaları bile görüyoruz. “Sevgi” kelimesine dair hiçbir tanımın olmadığı bir yapı ya da olayı çok yanlış anlamış bir bireyi karşımızda bulabiliyoruz. Bütün bu gerçekler üzerine diyebilirim ki: Değer verdiğiniz ya da kalbinizi vereceğiniz insanların “sevgi tanımına” bakın, onun için sevmek nedir ve sizin tanımınız nedir, önemli olan bunun buluşabilirliğidir. En önce sevgi tanımı olmasını yeğlerim ben mesela, olmadığını gördüğüm taramalardan dolayı ön koşulumdur:) Ardından uyumlanabilirliği zorlarız.
Ha bir de sevgi tanımınızdaki şartlarınızın ne kadar sert ve baskın olduğuna iyi bakın ve cümlelerinizi yeniden kurun. Sadece yeni bir cümle, bu cümleye yeniden inanabilir ve sevgi kavramını sana en yarar hale getirebilirsin.