Bir şeyin olmadığına dair inanç taşıyıp aynı zamanda onu aradığını iddia etmek çok tuhaf geliyor bana. Uzun yıllar boyunca diğer mesleğim olan avukatlıkta “adalete inanmak” konusunda bu savaşı verdim. Hem da sadece insanlar değil meslektaşlarımla. İddiam şu olmuştu: “Bir şeyin olmadığını söylersen yok olmasına katkı sunarsın, sen var de ki var kalsın!”. Ben hep adaletin olduğuna inandım, sadece ona varmak çetrefilli ve zordu evet.
Birçok kelimeyi yazabilirim “adaletin” yerine ve durum değişmez. Belki yaşadığımız toprağın ya da belki yaşadığımız topraktan olma insanların sonucudur bu bilinmez. Ancak olması gereken ve en güzel şeylere erişmek için maalesef olağanın üstünde bir çaba gerekiyor, açık konuşalım. Asıl çaba bu olmalıyken de herkesin dilinde bir “aramak” sözü! İnanmayan kim varsa adalet arıyor, aşkı arıyor, doğru adamı ya da kadını arıyor, zengin olmanın yolunu arıyor. Neden arıyor, çünkü o her ne ise onun varlığına artık inanmıyor. İnsan inanmadığı şeyi arar, insan inanmadığı ama yanlış yaptığı şeyde doğru yola gelebilsin diye inanmaya sürüklenir; ilahi bir dürtüdür, bir yanlış vardır ve onu aratır. Yani arayan aslında en önce yitirdiği inancı arama yolundadır.
Ancak derdim burada olumlu konuşma ve pozitifliği savunmak da değildir. Sadece iyi olan şeylerin varlığına inanmayı bıraktığın an bitmeye başlar diyorum. Çünkü sen inanmazsan ben inanmazsam kalmaz ona inanan. İnananı kalmayan şey zaten çoktan “yok hükmünde” değil midir?
İyilerin değil kötülerin kazandığına inananlar çoğalmadı mı? İyi olmayı bu yüzden aptallık saydık, iyi geçinen, uyumlu olan, anlayışlı ve açık olan insanlar “in”; gizemli, alengirli insanlar “out” olmuyor mu şimdi yeryüzünde? İş hayatından aşk hayatına kadar iyiliği rafa kaldırdı insan canlısı işte. Neden? -iyi insan olmanın güzelliğine inanmayı bıraktığından.
Adalet konusuyla başlamışken, adalet illa mahkeme salonlarında değildir, zaten mesele asıl insanın kalbinde adaletin var olup olmadığıdır. Bir kanun düşün mesela, hükmü hakimin vicdanına bırakıyor; yani gerçekten vicdan ve adalet insanın kalbinde olmuyor mu böylece? İşte tam da bu yüzden, vicdan azalınca, adalet dilden önce kalpte çürümüyor mu?
İlişkilerde “adı konulmamış aşklar” revaçta! Neden? Çünkü kadınlar ve erkekler sevgiye, sevmeye, aşka inanmayı bıraktı. Biraz daha gerçekçi olayım mı, herkes kendine bu konuda inanmayı bıraktı. Kadını da erkeği de kendini bir aşkta var etmeyi beceremeyeceğini düşündüğünde ilişkilerin iyi olmadığını iddia etmiyor mu? Maddi olarak kendini iyi hissetmeyen adam “ilişki istemiyor”, evlilik konusunda kaygı bozukluğu olan kadın “evlenmek istemiyor”, kendi öz farkındalığını unutuveren insanlar hemen “istenmeyeceğine” inanıyor, terk edileceğine, aldatılacağına vs vs. sayarım bir sürü. Hepsi yolda inanmayı bıraktığından.
Para denen şey mesela, hani “kıtlık bilinci var sende” diyorlar, “olumlu düşün” diyorlar tavsiyelerde. Ben çok net gördüm defalarca, para kazanacağına, iyi olacağına inancını yitirmiş insanlar kaybediyor, mesele inanmamakta. İlla olumlu düşün, söyle, 5-2-0 sayılarını haykır demeye gerek yok, sen bir kere inanmayı bıraktığın yeri gör! Hayırdır, nerden bu eminlik, sen niye parayla bağını kopardın, hangi kanun diyor bunu, nerden uydurdun da inançsız bir inanç yarattın kendine!
Her şey “iyi olana inanmayı bırakmak” ve “yanlışa inanmak” yolundaki bozulmalardan geliyor işte. Aşk da adalet de para da iyi olan kişisel hisler de. Başarı, mükemmeliyet, sevme, sevilme, aşkı bulma, zengin olma gibi her ne varsa arayan inanmayı arıyor işte.
Her neyi ararsın bilmem, aramak da iyidir de kalbine bak onun inancı var mı diye!
Betül Yergök
İnstagram: @betulyergok
Youtube: @mentalizasyon