Geçen hafta sosyal medya hesaplarımızdan bir sürpriz planlamıştık. Katılım gösterenlerin yüzdesel çoğunluğunun farklı farklı konularda “harekete geçmek” ile ilgili sorusu ve sorunu vardı. Kimisinde aşk kimisinde iş, kimisinde ise hayal ve hedefler konusundaydı. Ben de tam bu konudan harekete geçerek bütün okurların zihnini açacak bir “harekete geç” yazısı yazmak istedim. Harekete geçmemizi engelleyen zihin kodlamalarımız, bunun neden ve nasıl oluştuğu, nasıl kırmak gerektiği ile birlikte, gelin hayatın bakılması gereken penceresinden bakalım ve oraya sardunyalar koymayı başaralım.
En başta harekete geçmenin iki etkeni olduğunu belirlemekte fayda var: 1- İç etkenler 2- Dış etkenler. Tuhaftır ki iki etkenin de kök negatif kodu aynıdır. İç etkenlerde kişinin harekete geçmek istediği konu hakkında kendinde yarattığı negatif durumlar, örneğin kaygı, korku, stres veya hedefleyememe durumu ile dış etkenlerdeki negatif durumlar örneğin karşımızdaki kişinin yerine düşünmek, toplumun yaklaşımı, yakın çevrenin düşünecekleri aynı sonucu verir: Harekete geçememek.
Birinden uzun zamandır hoşlanırız ama adım atamayız, biriyle flört ediyoruzdur ama hep adımı ondan bekliyoruzdur, işimizden memnun değilizdir ama patronların bu sorunu çözmesini bekliyoruzdur ya da hayallerimiz vardır ama hedef haline getiremeyip mutsuz oluyoruzdur. Hepsinde çözümcül değil kaotik alan yaratırız ve bu alanda debelenip dururuz. İşin kötüsü “güvenli alan” dediğimiz şey de devamlı kalınan yer olduğundan, belirsiz ve kaotik bu alanda uzun zaman kalınca da burası bizim için -kendi içinde hoşnutsuz olsak da- alıştığımız güvenli bir yer halini alır.
En bariz örneklerinden biri “uzaktan sevme” halidir. Uzaktan sevmeye o kadar alışırız ki; bu bizim için onunla olduğumuz güvenli bir alan haline gelir. Elbetteki her güvenli alan insanı mutlu etmez. Yanlış kurulmuş bu denklem içinde huzursuzluklar baş gösterir. O alandan çıkmayız, adım atmayız ama bu aşkta kavuşma zamanının da gelmesini bekleriz. Bir takipçime bu konuda “kaybetme korkusu” içeren cümlesi kurması üzerine şunu söylemiştim: “Oysaki kazanmış da değilsin!” Yani beyin onu hayal edip, uzaktan seven hale alıştığı için, bunu bir yaşam biçimine dönüştürür ve bu yaşam biçimini kaybetmek istemez. Oldu ki bir adım attı ve reddedildi, sevdiği kişiye dair tüm ihtimalleri kaybetmekten daha çok onu düşünerek ve bekleyerek geçirdiği çokça zamanı kaybetmek ağır boşluk oluşturur. Sevda işçisinin işsiz kalması gibidir adeta, sevdayı yitirmek. İhtimalleri yitirmek hafif kalır ve artık boşalan koca bir yaşamı ne ile dolduracağı meselesi zihni ve ruhu sarar. Bir anda çıplak kalmak gibi, tanımadığı ülkeye gitmek gibi, ne yapacağını bilemez hale düşer. Çünkü otopilot olarak alışmıştır böyle yaşamaya. İşte bu sürenin uzunluğu arttıkça, “harekete geçmek” artık imkansız seviyeye erişir. Açıkça söyleyeyim canına tak etmedikçe hareket etmez insan, bu hale gelince. Biliniz ki çoktan uzun zamandır uzaktan uzaktan seviyorsanız, unutana kadar ya da bir mucize olana kadar böyle sürdüreceksiniz kendinize biçtiğiniz günlerinizi.
Dış etkenlerden de karşı taraf odaklı düşünmeyi de ekleyelim buna. “Harekete geçmek” durumundaki hareket eyleminin sonu her zaman karşı tarafla ilgili tanımlanır. Bu durumda da harekete geçmek için çokça heyecan ve stresle süslenmiş cesaret toparlanmadıkça, hareket gecikir ya da hiç olmaz. Çünkü bilemediğimiz bir sonuçla uğraşırız boş yere. Ne yaparsak ne olur, ne düşünür, ne yapar gibi sürüyle tahminlere sürükleriz kendimizi. Ya reddederse, ya istemezse, ya geri teperse, ya kovaladığımı düşünüp kaçarsa, ya başka biri varsa, ya sevmezse…
Bazen de hep ondan bekleriz. O arasın, o ilgilensin, bakalım gelecek mi gibi bir düzine beklentiyi ekeriz bize ulaşan yollara. Engel koyulmuş yolları evren istememe hali olarak algılar. Bunu kendimiz için bile yaratıyoruz çünkü. Hayallerimizi düşünürken engelleri de düşünürsek, evren engelleri negatif algılar ve o yolları engelli görür, yollarımızı açmaz. Bu durumda sevdiğimiz kişiyle olmamız için onun bize adım atması şartını ve engelini önümüze koyar isek bu iki insan arasında engel enerjisi yayılacaktır buradan evrene.
Netice olarak kendimize iki alan yaratırız her konuda: 1- belirsizlik 2- güvenli alan. Bunlardan ilki hep dürter ve rahatsız eder, ikincisi de varlığını hissettirir ve hareket ettirmez. İkisini de biz yaratırız ama bize etkilerini yaratamayız. Bu alanları yok etmedikçe etkilerini de yok edemeyiz. Belirsizlik, hedefi doğru belirleyememekten kaynaklanır. Gerçekten ne olmak istediğini, nerede ve nasıl yaşamak istediğini, mutluluk deyince kendine nasıl bir hedef koyabildiğini, aşka dair bu kişiyle ne olması gerektiğini veya istediğini belirleyemeyince bu belirsizlik başlar bizi çimdiklemeye. Beyin ise, kaosun içinde çıkışı zihnimize göstermezsek ya da çıkışı biz de belirleyemezsek kaosun içinde kalmayı güvenli bulur. Çünkü beynin en temel kodunun “hayatta kal” olduğuna göre, çıkışı görmeyen ya da emin olmayan her durumda beyin, olduğu yerde kalmayı güvenli sayar ve hayatta kalmak üzere doğru alan olarak görür. İşte bütün bunlara bakıldığında hep diyorum ya, zihin bir orkestra ve bizler de birer şefiz; yönetebiliriz ve yönetemezsek de seslerin arasında kaybolup gideriz.
Peki “Harekete geçmek” için ne yapmak gerekir?
Öncelikle size en büyük yanılgıyı vermek istiyorum. Genelde okuduğunuz kitaplardan, kişisel gelişim videolarından öğrendiğiniz “pozitif düşünce” içinde olmak ya da “kendini sevmek” konusunda hemen geçici düşünce haline giriyorsunuz. “Evet öyle bakıyorum, kendimi seviyorum”! Öyle kolay bir şey olsaydı bu, aylardır kendini bitmiş bir ilişkinin acısından çıkarır ya da hemen kendine hayal ettiğin hayatı kurardın. Demek ki bu böyle bir cümle ile olmuyor. Bunun için mevcut yapınızı anlamanız gerekiyor.
Önce kusurlarınızı tespit edip, cümlelerle değil kendinize dair hedeflerle yapabilirsiniz bunu. Bu zamana kadar hep karşınızdaki insanlara baktığınızı, hedef belirleyemediğinizi, geleceğe dair hayaller kurmadığınızı, çabalamadığınızı söyleyin kendinize. Bunun için ise hiç dönüp de kendinize bakmadığınızı, o masum ve minik ruhunuzu nasıl da ihmal ettiğinizi görün sonrasında. Ardından her şeyden ve herkesten önce kendinizi mutlu etmeniz gerektiğini kabul ediniz.
Şimdi ben size “harekete geçmek” durumundaki hareketin sonucuna “kendinizi yazın” deseydim, en önce, işte bunu yanlış yapacaktınız. Bu yüzden önce yukarıda anlattığım gibi hataları ve yanlışları görüp kabul etmeyi, ardından kendinize yönelmeyi ve değer vermeyi seçmiş olmanız gerekiyor.
Gelelim “harekete geçmek” düşüncesinde hedefe ne koyacağımız konusuna. Hayal ettiğiniz her ne ise, hedefe o hayale ulaşan ya da ulaşmak için çabalayan sizin “mutlu halini” koymalısınız. Dikkat edin gerçekleşmesini değil, bu hayalin verdiği mutluluğu ruhunda hisseden kendinizi görmenizi istiyorum. Bunun için sorular sorun kendinize: 1- Bu konuda ne istiyorum? 2- Bu isteğim için ne yapmam gerekiyor? (başkasına akıl verir gibi objektif bir bakış ile) 3- Bu yaptığım sonucunda kendim için hangi pozitif sonucu alırım? Bu soruların tümündeki cevaplar sadece size ilişkin olmalıdır. Örneğin birine aşıksınız, bu sorunun cevapları “ikimizin de mutlu olacağı karşılıklı sevgi ile mutlu olmak istiyorum” ya da “onunla evlenirim” gibi birine ilişkin sonuçlar olmamalı. Örnek üzerinden gidecek olur isek; 1. Sorunun cevabı kesinlikle “duygusu olan kalbim için nihayet istiyorum ve mutlu olmak istiyorum” olmalıdır, kişiden bağımsız sadece sizin için doldurulmuş. 2. Sorunun cevabı, “bu durumu nihayete taşıyacak bir adım atmalıyım” olabilir, 3. Sorunun cevabı ise kesinlikle “olumlu ya da olumsuz kendime nihayet alarak, kendimi belirsizlikten çıkarıp mutluluğa taşırım” olmalıdır. Cümlelerin hiçbirine hiçbir kimse dahil olmamalıdır.
Kendine bakmayı unutanların çoğu, hep karşısındakinin mutluluğu ile oluşan kendi mutluluğunu koyar hedefe. Yani hep karşı tarafa bakar. Bu kulaklar “O benimle olunca huzuru bulacak biliyorum” “Onunla ilişkimiz olursa çok mutlu olacak o biliyorum ve ben de mutlu olacağım” sözlerini bile duydu. Nedensizce sanki onu mutlu etmek istiyoruz sadece. Hedefteki durumun duygusal sıralaması adeta, “1-ilişki hali, 2- onun mutluluğu, 3-benim mutluluğum” şeklinde. Bırakın onun yerine düşünmeyi ve hissetmeyi; hedefe koyacağınız kişi sizsiniz, hedef mutlu haliniz, hedef her türlü huzurlu nihayettir. Bu uğurda gerekli her şeyi yapmak ve her ne olursa olsun karşı taraf adına düşünmeden, negatif kaygılar barındırmadan sadece ve sadece huzuru verecek nihayete erişmeyi istemek gerekmektedir.
Hareketin sonunda siz olmalısınız ve hareketin sonundaki siz için de pozitifliği doğru görmelisiniz. Hayatta her zaman mutluluk ya da mutsuzluk yoktur. Hepsinden ve her şeyden vardır. Hepsi yaşamaya dairdir ama mühim olan, kendini seçmiş isen, kendini bilmeden yaşayanlardan daha kısa sürede mutluluğa geçeceğindir. Acının ya da belirsizliğin süresi kişinin bilinciyle azalır. Yok etmek yoktur ama azaltmak vardır.
Tohum attığın her yerden mahsul çıkar. Önemli olan nereye hangi tohumu attığındır. Kaygı serpersen üzüntü yaşarsın, korkuysa korktuğunu, belirsizlikse siyah yapraklar sarar etrafını ve kapıları göremezsin.
Kendine kendi mutluluğunun tohumlarını serpersen, kendine baktığın pencerenden işte o sardunyaları göreceksin.
Betül Yergök /Mentalizasyon
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon