Yaşamın içinde yer alan bazı terimlerle hayatın bazı reel hikayelerini benzeştirerek konuşmayı seviyorum. İşte bu yüzden sizlere duyguların yoğunluğunu da “hipertonik” terimiyle anlatmak ve bunu anlatırken de duygular yönetimimizi elimize nasıl alabileceğimizi aktarmak istiyorum.
Hipertonik ağırlıklı olarak biyolojide hücrelerin madde alış-verişini açıklamakta kullanılır. Örneğin; hipertonik bir ortama konulan hücre su kaybeder. Çünkü ortam hücreden daha yoğundur ve hücre su kaybederken, dış ortam su alır. Bu işlem hücre ile dış ortamın yoğunluğu eşitleninceye kadar sürer. Bunun uyumlu haline ise izotonik ortam deniyor.
Yaşadığımız her yeni şey önce beynimizin mevcut ortamına giriş yapıyor. Bu ortamda tüm yaşam hikayemizden oluşan algılar bulunuyor. Bu algılar bu yeni misafiri nasıl karşılayacağını kendi sistematiğinde belirliyor. Peki beynimiz hipertonik mi izotonik mi davranıyor diye sorsak tıbbi benzetmelerle?
Yaşam hikayende hikayelerine eşit mesafede olmayı becerebiliyorsan ya da en azından dengede devam edebiliyorsan, başına gelenlere karşı derin dürtülere teslim olmuyorsan beynin yeni hikaye için izotonik bir ortam var etmiş diyebiliriz. Bunun için senin de bu ortama sahip olmak adına yönetimde bizzat emektar olman şart, aksi halde beyin çok küçük yaşlarımız haricinde bu yargısızlığı sağlayamayabilir.
Yani genel olarak beynimiz birçok konuda değişecek şekilde hipertonik bir ortam var ediyor diyebiliriz. Konuya göre değişecek şekilde beynin para ya da aşk ya da hayaller konusunda daha yoğun kavramlar, kaygılar, geçmiş hikayeler veya ego veya yargı toplayıp meydana vinçle atıyor olabilir. Bu meydana giriş yapan yeni bir bilgi, hikaye ya da isteğinin ise bu yoğunluk karşısında başarma şansı kalmıyor. Hipertonik ortamda yoğunluk karşısında sıvı kaybının olması gibi beynin yoğun negatif hali karşısında pozitif olasılıklar güç ve enerji kaybediyor. Ta ki biri diğerinin seviyesine varana kadar. Bu tip durumlarda her koşulda o süreç içinde yeni durumların hasar gördüğünden ve sonuçları olumsuz etkilediğinden emin olabiliriz. Örneğin yeni biriyle tanıştın ve o kişi beklediğin iletişim adımını atmadı. Bu durum karşısında beyninde daha önceki tecrübelerden oluşan hipertonik ortam olumsuz yaratım yapabilecek kadar yoğun, bu duruma töleransın ve objektifliğin ise sıvı kaybedercesine yok olacak kadar az kalır.
Kişisel gelişim yaklaşımları olarak pozitif düşünmeyi, kavram yükseltimlerini düzenleme gereği konularını konuşuruz, ben de çok anlatmışımdır. Ancak ben doğru ve doğrudan bilgilerle çözüme gitmekte zorlandığımızı düşünüyorum. Biraz işin içine cazip yaklaşımlar katmak gerekiyor, beynin değişmeye motive olması için ya çok uzun bir süre emek harcamalısın ya da onu daha güçlü uyaracak etkili yaklaşımlar sunmalısın. Bunun için de başka kavramlarla benzeştirmeyi ve o ilginçlikle aklımda uyarıcı etki yaratmayı seviyorum. Bunu aslında olağan hayatımızda çoğu şeyi aklımızda tutmak için hep yaparız.
Şimdi de beynimizin ortamının izotonik ya da hipertonik olabilme ihtimali bizde bir şeyler uyarabilir mi? Mesela duyguları, yaşanmış olayları, sadece o kişinin yaptığı hatayı, bir anlık yanılmaları, insan analizlerini, önyargıları ya da çoğunlukla yanılmasak bile öngörüleri makul ve iyi seviyede tutmayı, az olması gerekmez ama çok olmamasına dikkat etmeyi seçebilir miyiz? Yaşayacağımız olayları algılama, kişileri doğru analiz etme ve doğru adımlar atabilme yolu için beynimizi izotonik tutma kararı verebilir miyiz?
Betül Yergök
İnstagram: @betulyergok
Youtube: @mentalizasyon