Hepimiz aşka dair en önce aşkın kendisini diler ve bizi bulmasını isteriz.
Peki ne kadar özgürüz ya da özgürlüğü bu aşk duygusunun neresine oturturuz en doğru ve en yanlış haliyle!
Özgürlüğü, bir aşkın kendisinden bile, daha mı üstün kılarız? Yani bir aşktan daha büyük bir aşkla mı bağlıyız özgürlüğe?
Ana rahminden dünyaya düşme biçimimiz aşka düşmek gibidir; öyle kutsal, öyle derin. En büyük özgürlüğü o ilk nefes alışımızda tadarız. Yaradanın bizi yaratmak üzere kapattığı ve büyüttüğü o rahim dünyasından tonlarca büyük bir dünyada gözlerimizi kırpıştırıp, nefes alıp ve hatta sesimize kendimizin bile şaşıracağı kadar bağırarak ağladığımız o ilk doğum anımız en büyük özgürlüğü yaşadığımız andır. Tam da bu yüzden yaşam boyu en az bir kere doğum anında bu denli büyük bir özgürlüğü tatmış bir birey olarak özgürlük hissimize karşılık da onu koyarız. Yine tam da bu nedenle hiçbir zaman bu denlisini bulamayacağımızı kavrayamadan arayışlarla ömrü geçirir gideriz.
Tam ömür aynı özgürlük hissini bulmak üzere tüketilmişken de bu koca rahme düşerken aldığımız özgürlük hazzının en yaşlı dünyamızda ana rahmi kadar küçük tabutlarla toprağın altına konulmakla eş tutar ve böylece doğum ve ölüm anı kadar başka bir özgürlüğün olmadığını ömrün son tahtında anlar ve o gerçekle bu dünyadan göçer gideriz.
Ana rahminden bu koca dünya rahmine düştüğümüz o ilk özgürlük anından sonrasında nasıl da kısıtlı özgür bir yaşama girdiğimizi de unutuveririz. Kordonumuzun kesilmesi, popomuza şaplak atılması, ayaklarımızdan tutulup tersten aşağı soğuk su dökülmesi ve ne zaman yiyeceğimize, ne zaman uyuyacağımıza karar verilmesi, o ceninden bireye geçtiğimiz çokça değil bir gün içinde bile gerçeği anlatıyordu. Evet o doktor gibi popomuza şaplak atacak hainler olacaktı, kordonumuzu kesecek sevdalılar, ayaklarımızdan ters tutan bir dünya ve öylece yukardan aşağı soğuk su dökülürcesine gerçekler olacaktı bir ömürde. Kapitalist dünyanın ritüeli gibi ne zaman uyuyacağımız ve yiyeceğimiz de az biraz özgür seçimlerimiz kadar özgürleşebilmiş kodlamalarla sürünecekti dizlerinden zamanın yolunda.
Hal böyleyken özgür değildik ve asla tam olarak özgür olmayacaktık, doğduğumuz an ve öldüğümüz an dışında. Buna bir an daha ekleyebiliyordum aslında ben. Zaman zaman ışıkları kapatıp, bir mum yakıp, gözlerimi bir bant ile bağlayıp bağdaş kurduğumda önce beş dakika zihnimi dondurup, kendimi ana rahmine sıkıştırıp bir dünya ve özgürlük hayal ediyordum. Sadece hayal! İşte bütün gerçekliklerden ve olağanlıktan uzak o yaratım dakikalarında yaşamadıkça anlayamayacağınız bir özgürlüğü yaşıyordum. O yüzden, tüm rasyonel yaşam biçiminde imkansız olan özgürlük sözde olduğu gibi özde de düşüncede vücut bulabiliyordu. Ama bunu salt bir düşünce özgürlüğü ile kısıtlamayalım.
Özgürlük imkanlar ve fiiller kıstasında sürekli hissedilemez. Bireyin bir eylemi gerçekleştirme imkanından da öte önce onu yapmayı arzulayacak ve ona ulaşmayı özgür kılacak bir zihninin olması lazımdır. Yani önce bireyin zihni özgür olmalı ya da özgürlük için gereksinimlerini idrak edebiliyor olmalıdır.
Aşk ve özgürlük kelimelerine insanların can verip ondan bir şey bekler hale geldiklerini gördüm. Yani aşk ve özgürlüğü nesneleştirdiler. Oysaki onlar hiçbir zaman nesne olamayacaklardı. Aşk kalben, özgürlük ise zihnen var edilebilecek soyut ve muhteşem hislerdi.
Yani bir aşk kalıbı yoksa özgürlük kalıbı da yoktu. Kimine göre aşk, sadece sarılmak kimine göre ise tutkudan deliye dönmekse, kimine göre özgürlük de sadece dilediğinde koşabilmek kimine göre en deli haliyle sokakta dans edebilmektir. Belki de özgürlük bu yeryüzünde iyi olmayı seçebilmek, uyuyabilmek, bir uçtan bir uca dünya gezegenini dolaşabilmektir.
Kendimize yarattığımız özgürlüğün mutlak surette yine de bir sınırı vardı ve sınırsız biçilmiş bir özgürlük yoktu aslında. Özgürlüğün sınırları bir diğerinin özgürlüğünün sınırına kadar değildi tam da. Kimi zaman kesişmeler dahilinde de özgürlük sınırı iç içe geçmiş halde devam edebilirdi. Bunun için kesişmeleri büyük ve sınırları en geniş özgürlüğe kavuşabilmenin yolu sözcüklerdi, iletişimdi, zihin temasıydı. Yani insanlar konuşarak sınırlarını koruyabilir ve aynı zamanda genişletebilirdi.
Özgürlük diye benimsediğimiz isteklerimizi masada müşterek sınırlar dahiline sokabildikçe karşılıklı bu alanları geniş ve güzel tutabilirdik aslında. Ama öyle miyiz? Hayır!
Aşkın tam kendisinin de özgür olması nasıl olurdu? Üzerine oldukça bilimsel düşünmek gerekir sanırım. Aşkı bir nesne gibi görsek, özgürlüğü nasıl olurdu? Öyle el etmeden bıraksan kurur, donar, erir ve belki yok olurdu. Bir can versen, doğanın her canlısı için geçerli özgürlük sınırları içinde tam bir özgürlüğü kendi kendine bulamazdı, üstelik iki uçlu kordonla sarmalanmışken tam da. O halde aşkın kendisi de özgür olamazdı. Aşk, sınırlı özgür sahiplerince ancak sınırsız özgür anları yaşatmak ve sınırlarını olabildiğince zorlamak üzere yaratılabilirdi belki de!
Peki bir aşkta özgürlük nerde olmalı? Kişilerde mi? Aşkın tam da kendisinde mi? Ben bunu şöyle açıklardım: Bir aşk taraflarınca yaratılır, var edilir ve öldürülür. O halde tanrısal bir güç ile iki kişi bir aşk yaratıyor isek, dünyanın doğum ve ölüm özgürlüğünden birini seçer ve doğum özgürlüğünü uygulamayı yeğlerdim.
Bunun için de önce aşkı anarahminde yani gönül bağlarımızın tam ortasında ufacık fanus içinde koruyarak yaratmamızı, besleyip büyütmemizi seçerdim. Bu da öyle yavaş, öyle derin. Ardından daha özgür olası gelmişse aşkın ve suyu gelmişse rahmin, kordonuyla dünyaya düşürürdük öyle ağlayarak ve korkardık kordonun kesilmesinden ve tokadı yemekten ve belki de artık o özgürlüğü en dolusuyla yaşamışken.
Oradan sonra aşkın özgürlük savaşında ölmesini istemiyorsak ve hala, o zaman da hayale yatırırdık her gün ve her zaman biriminde ve ne kadar, nereye, nasıl varacaksa artık...
Çünkü yaşamak gibidir aşk ve özgürlük gibidir sevmek…
Çünkü zamanı tutamadığımız ve zamanımızı bilemediğimiz bir nefes alışa tutkuyla bakabilmektir özgürlüğe aşık olmak…
Çünkü zihne öğretilen özgürlük ile kalpte özgür bırakılan aşk ile güzeldi yaşamak!
Betül Yergök /Mentalizasyon
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon