Feridun Düzağaç: "Flu, Enstrümanlara Tapınan Bir Albüm"

Onun şarkıları çoğunlukla salt acıya, ayrılığa ve kalp kırıklığına aitlenir. Gidecek başka durakları yokmuş gibi sevgiliyle ayrılan yolların dibine dökülür onun albümleri ve mütemadiyen bir dost arayışlarında iPod'ların oval tuşu F harfine sabitlenir.

Oysaki Feridun Düzağaç; içten geçen tüm şehirlerin biricik sırdaşıdır aynı zamanda. Onu rahatta dinleyebilirsiniz örneğin. Elbette kulağınız ondayken, birilerini özlemek de serbesttir. Yakınmacılığı köküne kadar kullanıp, başka kimlikleri de nüfusunuza alarak "Hayat neden şekil yapıyor" diye sorabilir ve hatta Düşlerime Kal diye haykırabilirsiniz. Ama öncesinde "Beni sana çağıran her ne ise sustur. Yaşanınca tükenir, bilirsin." diye dipnot düşmeniz gerekebilir; aynadaki suretlere.

Haberin Devamı

Yeni albümü Flu'yu Düzağaç ile konuşmak için Yeniköy'e doğru giderken aklımda sorularım, ellerimde üstadın şarkıları vardı. Yeniköy'e varıp, Düzağaç ile karşılıklı oturduğumuzda ise; bünyemdeki sorularla şarkılar birden bire yer değiştirdi.

3 yıl aradan sonra gelen yeni bir Feridun Düzağaç albümü Flu. Eskiden en fazla iki yıl boşluk olurdu albümlerinin arasında. Son iki albümdür bu süre üç yıla çıktı.

Arada yeni denilebilecek bir çalışma da var tabii. İyilik Güzellik Spor'da eski parçaları yeniden düzenlemiştik. Ama evet, dediğin gibi bir stüdyo albüm anlamında üç yıllık bir bekleme oldu.

Bu sürecin uzaması diğer çalışmaların yoğunluğuyla direkt bağlantılı mı?

Aslında tam olarak öyle değil. İki albüm arasında geçen bu üç yıllık boşluğun birazı benimle, birazı memleketle, birazı da son iki çalışmanın yarattığı ve ben de bıraktığı kırık tatla alakalı. Özellikle İyilik Güzellik Spor'da çok üzüldüm ben.

Albümün aldığı geri dönüşlerden bahsediyorsun değil mi?

Evet. O albüm Eğitim Gönüllüleri Vakfı yararına yapılan bir albümdü. İçeriği de bence çok zengindi. Rüştünü ispat etmiş, kendi dinleyicisine ulaşmış ve çok kıymetli genç nesiller; benim şarkılarımı seslendirmişlerdi sağ olsunlar; ama bir şekilde karşı tarafa geçmedi, dokunmadı. Belki de samimi bulunmadı.

Haberin Devamı

Üstelik ortaya çıkan proje senin de içine sinmişti diye hatırlıyorum.

Tabii, kesinlikle öyle. Ben çok inanarak hareket ettim. Hatta albümün yapımcısı gibi o projenin peşine de düştüm. Kapı kapı dolaştık, medyadan nispeten destek bulduk; ama sponsorlardan, kurumlardan destek alamadık. Haliyle albüm çok satılmadı; satılmadığı gibi dinleyenler de "Feridun abi, şarkılarını sen kendin söyle"ye bağladılar. Buna hem öfkelendim, hem de üzüldüm.

Hatta kırılmışsın epeyce.

Ben zatan çabuk kırılan bir tipim. Bu benim kronik rahatsızlığımdır. Kısacası, o dönem yıpratıcı geçti benim için. Sonrasında biraz kendimle ve külliyatımla hesaplaştım. "Yeni şarkılar yazmanın ve bunları paylaşmanın sokaktaki insana ne faydası olacak ki?"ye bağladım bir süre. O süreci atlatmam da zaman aldı haliyle. Sonrasında ise fikrim şuydu; iki cover'ı (Yeni albümünde yer alan "Unutma Beni" ve "Tek Başına"'yı kastediyor) single olarak yayınlamak, kendi şarkılarımı biraz nadasa bırakmak ve bir şarkıcı gibi davranmak. Fakat süreç arka arkaya Flu'ya getirdi bizi.

Haberin Devamı

O kırılgan ve yıpratıcı dönemde de konserlere devam ettin. O konserler; içindeki bu kırıklıkları iyileştirebildi mi?

Zaten, sana şunu çok net olarak söyleyeyim: Bu nadasın ya da küskünlüğün daha fazla uzamamasının tek nedeni; o şarkı söyleme anı, o dinleyiciye dokunma anı ve onların bana dokunma anı. Onlar olmasa zaten, emin ol boğulurdum ve bu albüm için kendimi hazır hissedemezdim. O konserlerin bana hissettirdikleriyle Flu'ya doğru uzandım.

Peki, kimlerle çalıştın bu albümde. Ekipte bir değişiklik var mı?

Düzenlemelerde Can Alper var, yine aynı. Yalnız onun varlığı hiç bu kadar yoğun değildi. Aslında Flu; biraz da Can'ın müziği. Çok zaman paylaştık onunla. Geri kalan ekipte de pek değişiklik yok. Aslında albüm öncesi süreci, yalnızca kırgınlığımı iyileştirmeye çalışarak geçirmedim. Aynı zamanda düzenleme mantığını ve duyumu değiştirmeye yönelik de çok ciddi kararlar aldım. Örneğin; "Senin Yüzünden"'in çıkış parçası olarak seçilmesi çok anlaşılır bir şey; ama albümün tamamını anlatan parça "Senin Yüzünden" değil. Daha minik soundlu, daha enstrümanlara öykünen ve onlara biraz tapınan bir albüm aslında Flu. Bunu iyi başardığımızı düşünüyorum. Özellikle covar'ları, Gönül'ü ve Seyrüsefer'i; o yeni anlayışımızın güzel sonuçları diye değerlendiriyorum.

"Biraz durup dinlenmeli, belki de başka şarkılar söylenmeli" düşüncesiyle cover parçalara da yer veriyorsun Flu'da. Oysaki Düzağaç dinleyicisi; bir Düzağaç albümünde cover görmeye pek de alışkın değildir. 2004 çıkışlı "Uzun Uzun Feridun Düzağaç" konser albümünü bir kenara koyarsak; Orjinal-Alt Yazılı'da yer alan Ezginin Günlüğü imzalı "Düşler Sokağı", külliyatında yer alan tek cover parça.

Evet, doğru. Düşler Sokağı haricinde cover parça olayına pek girmedim. Tabii Özdemir Asaf'ın Lavinia'sı var; ama bestesi bana ait olduğu için onu ayrı tutarak söylüyorum bunu. Flu'daki coverlara gelince; işte o sana bahsettiğim küskünlük ile alakalı bir dışavurum aslında. Çünkü insanlar pek bilmeseler de ki; aslında beni yakından takip edenlerin ezberlediği cümleler bunlar; ben amatör bir şarkıcı olarak başladım herşeye. Şarkı yazmak sonrasında geldi. Gerek Unutma Beni, gerek Tek Başına; "Abi bize bir şarkı çalsana"yı duyduğum anda ilk aklıma gelen parçalardır. Özellikle Kızılok'un Tek Başına'sı; mutlaka söylemek istediğim bir parçaydı. Evet, bir arayıştı bu. FD7'den sonra kendi şarkılarımın insanlara pek de dokunmadığını hissetmiştim. Bu cover'lar da masum bir intikam gibiydi sanki. Unutma Beni ve Tek Başına'yı albüme alırken; "Madem yazmış olduklarım size dokunmadı, bari bana dokunanları söyleyeyim. Belki onlar size dokunur" mantığı da vardı.

1995 çıkışlı Beni Rahatta Dinleyin albümündeki aynı adlı parçanda geçen "Adı var kendi yoklardan bıktım. Adı var kendi yoksa, ben de yokum" kıvamındaki sözlerine bu yeni albümünde de rastlamak mümkün. Şöyle bir bakınca; aradan da 18 yıl geçmiş. Biliyorum, sen bunu pek yüklenmek istemiyorsun; ama içindeki Kent Ozanı hala yoluna devam ediyor anlaşılan.

Ben ne kadar kıymet biçilen bir adam olduğumu biliyorum. Evet, kıymetimi de biliyorum. Bununla birlikte haddimi de biliyorum. Ayrıca, ben kendimi anlatmayı zaten hiç sevmedim. Belki halen de öyle. Ortada bir fark varsa zaten geride kalan 80 şarkıda var. Şimdi senin bana Kent Ozanı demenden elbette rahatsız olmadım, sıkıntı yok. (Gülüyor) Ama bir özelliği ya da ön adı çok da gerekli bulmuyorum. Hepsi o. Yoksa az satınca Rock, çok satınca Pop olarak sınıflandırılmış bir adamım yani. Hiçbir zaman bir iddia ve bir agresyon içerisinde olmadım. Evet, dinleyicilerle ilişkisi en organik ve en samimi olan adam olarak görebilirim kendimi. Bak o konuda iddialı olabilirim. Çünkü ona göre bir hayat yaşadım ve onu çok önemsedim. Ama zaman zaman dinleyicilerimin kendi aralarında bölünmeleri, bir grup dinleyicinin, diğer bir grup dinleyiciyi türlü sebeplerle başkalaştırması vesaire; bunlar benim hiç hoşuma gitmedi.

2003 çıkışlı Orjinal-Alt Yazılı albümünden sonra yaşanan kırılmadan bahsediyorsun değil mi?

Evet ve hala oluyor. Bu durum beni beslemiyor açıkcası. Benim için şarkı söylediğim her yer kutsal, şarkı söylediğim herkes benim için kıymetli.

2003 yılından sonra konser sayın arttı, albümlerin daha çok dinlendi ve daha fazla takip edildin. Peki bu durum üzerinde, yakaladığın geniş kitleyi kaybetmeme duygusuyla bir baskı oluşturdu mu?

Dinleyicinin tepkisi, dinleyiciye dokunmak tabii ki önemli; ama onların hoşuna gidecek bir şey yapmak zorunda değilim. Hiçbir zaman da öyle bir baskı hissetmedim. Onlar: "Bu adamı bir tek biz bilirdik. Şimdi ise herkes dinliyor." küskünlüğü yaşadılar. 2003 yılındaki olay buydu.

"Alev Alev'i popüler olmak amacıyla besteledi" diyenler dahi olmuştu.

Hala da çalıyoruz. Yani sence de çok saçma olmaz mı; "Çok fazla popüler oldu" diye bir parçayı çalmamak? Sonuç olarak genel dinleyicimin gözündeki en önemli parçalardan birisidir; Alev Alev. Ben öldüğüm zaman fonda Alev Alev çalacak. Bundan şüphem yok. Bu durumla ben kavga edebilirim. Ama birileri, bir başkasını ötekileştirebilmek için bu durumu bir argüman haline getiremez yani. Bu yaklaşım tarzı; biraz saçma ve fazlaca sahiplenmeci geliyor bana.

Aslında tüm dünyada ve her kulvarda olan bir durum bu. İşte The Doors'u tek şarkısıyla, Maradona'yı tek golüyle, Zeki Demirkubuz'u tek filmiyle ele almak. Aslında herkesi kendi ürünüyle kavga ettiren bir sistemdeyiz.

Elbette. Ama bu durum incitecekse beni incitmeli. Demek istediğim bu. Ama o "Bu adamı yalnızca biz bilirdik"cilerin de basit ve çok masum bir sebebi var aslında. Mesela çok sevdiğin bir filmi anlatmaya girişirken: "Tamam, ben seyrettim onu" tepkisiyle bir hayal kırıklığına uğrarsın ya hani; onun gibi bir şey bu. İştahla "Feridun" diye söze başlayacaktır; fakat karşısındaki "Ah be abi, biliyorum. Alev Alev" diyecektir. İşte onun hayal kırıklığını yaşıyorlar. Klişe olarak algılama ve samimi olarak söylüyorum sana bunu: Benim için her dinleyicim aynı değerdedir. Ayrım yapanları ise sevmiyorum. Ayrım yapanların yarattıkları enerji doğru değil. Sen şu an benim üzerimde gördüğün ceketi çok beğenip nereden aldığımı sorabilirsin. Ben de bunu sana zevkle söylerim ve sen de bu ceketten alıp giyebilirsin. Sana: "Hayır. Sen bu ceketten alıp giyemezsin." diyemem. Bu resmen öyle bir şey. "Sen dinleme biz dinleyeceğiz." Böyle bir şey yok.

Sosyal medyaya ve fan kulüplerine mesafeli durduğunu biliyorum. Yalnız, Flu'nun çıkış parçası Senin Yüzünden'e Twitter'ın bir katkısı olmuş. Bu katkı, sosyal medyaya olan mesafeni biraz olsun daraltabildi mi?

Twitter'a, ilk çıktığında dahil olmuştum. 3-5 ay içinde, Twitter'ın kendimi ait hissetmediğim bir yer olduğunu anladım ve hesabımı sildim. Aradan biraz vakit geçtikten sonra, sahte bir Feridun Düzağaç hesabının ciddi bir rahatsızlık verdiğini duydum. Sonrasında sahte hesabın sahibinden rica ettim ve hesabı almış bulundum. Şimdi düşünüyorum; hesabı üzerime alalı tam 1 yıl olmuş. Fakat kalıcı değilim; yakın bir zamanda mevcut hesabımı resmi Feridun Düzağaç hesabı haline getirip twitter'dan uzaklaşmayı planlıyorum. Çünkü insanlığın çıkmış çivisini birbirimize batırıyoruz biz Twitter'da. En azından bana öyle geliyor. Bir de yazdıklarımı doğru anlamayanların dahi hemen verecek bir cevapları oluyor. Oysa ben onu sadece boşluğa söylemiş oluyorum belki de. Kısacası Twitter bana tekrar fazla agresif geliyor.

Bundan 7-8 yıl önce bir röportajını okumuştum. O röportajında söylediğin: "50 yaşına gelmesine rağmen hala aşkı arayan, onu tariflemeye çalışan bir müzisyen olmak istemiyorum." sözün aklımda yer etmişti. Hala aynı görüşte misin?

Evet, hala aynı görüşteyim; ama 60 yaşıma geldiğimde eğer albüm yapmaya yeltenirsem yine aynı şeyler olacaktır ve yine benzer konular konuşulacaktır. İnsanların gözündeki algımla kavga etmemeyi öğrendim ben. Bunu değiştiremedim, değiştiremiyorum ve değiştiremeyeceğim. Çoğu zaman zaten benim de hoşuma giden şeyler; ama boşuna kavga etmişim o algıyla. Dünyanın en neşeli parçasını da söylesem, insanlar acı çekecekler. Bundan eminim yani. Beni öyle kodlamışlar. (Gülüyor)

Hem beyaz perdede hem de televizyon dizisinde yer aldın. Hatta bir gazete için spor üzerine kalem oynattığın da oldu. Yakın zamandaki planların içerisinde yalnızca Flu'nun üzerinden müzikal kimliğine mi yükleneceksin, yoksa seni yine sinemada ya da televizyon dizisinde görebilecek miyiz?

Flu'ya geri dönüşler gayet güzel. Şu anda sadece bol bol sahneye çıkıp şarkılarımı söylemek istiyorum. Zaman içinde soluklanmak adına yaptığım oyunculuk ve gazete yazarlığı gibi uğraşlar için şu an enerjim yok. Kısacası gündemimde sadece müzik var. Geri dönüşü güzel olan bir albümle daha çok insana ulaşmak gibi bir düşüncem var. Buna yoğunlaşacağım.

Flu'da yer alan şarkılar:

  1. Seyrüsefer
  2. Gönül
  3. Senin Yüzünden
  4. Sana Deliriyorum
  5. Unutama Beni
  6. Ansızın Nedensiz
  7. Belki Bir Gece
  8. Tek Başına
  9. Bugün
  10. Yaz

Twitter / @BekirzgrAybar

bekirozguraybar@hotmail.com