Sabahları erkenden uyanıyorum. Önce kafamda gün içinde yapacaklarımı sıralıyorum. "Hatırlamam gereken çok şey var kesin birkaç tanesini unutacağım" diye beynimin hafıza kapasitesi ve yapılacak iş sayısını formülize ediyorum. Neyin formülünü keşfedeceğimi düşünüyorsam.
Bu hesaplarla sonuca ulaşamadığım için "Not mu alsam acaba?" diyorum. Bu sefer de not almaya üşeniyorum. Bu işi ilim ile çözemeceğimi fark ediyor ve "İnşallah en önemlilerini unutmam." diyerek yapacaklarımın akibetini kadere bırakıyorum. Ben tam kaderi, akışta kalmayı, varı, yoğu düşünmeye başlayacakken odama oğlum giriyor. Çocuklar senin şu ana ışınlanman için zaman makineleri gibi, velhasıl zamanda yolculuğun en zoru da anda olabilmek... Ben de o anda oğluma sarılıyorum. Gün başlıyor...
İlk iş olarak beraber kahvaltı hazırlıyoruz. Pan kek yapsam krep, krep yapsam haşlanmış yumurta, haşlanmış yumurta yapsam omlet istiyor. Baştan "Bak ne istiyorsan söyle ona göre yapayım" diye uyarıda bulunsam da o fikrini değiştirip kendi ile çelişmeyi seviyor. Çocuğumuzun kendiliğinden sevdiği şeyleri desteklememiz lazım değil mi? Çelişkiyi seviyorsa da çelişkiyi...
Kahvaltı sonrasındaki ayakkabı seçimi sürecimizde de benzer bir isyan ile karşılaşıyorum. Hava yağmurlu olduğunda spor ayakkabı, güzel olduğunda ise çizme giymek istiyor. Aksine de asla ikna olmuyor. Hava çok soğuksa ince mont, sıcaksa kalın mont oluyor tercihi. Sanıyorum ki kapıdan çıkmadan geçirdiğimiz zaman, kahvaltı ederken geçirdiğimiz zaman ile eşdeğer. Bu duruma da alıştığım için kendimi sessize almayı tercih ediyorum. Ancak kıyafet ve ayakkabı seçimini asla ona bırakmıyorum. Oğlum anda kalmak konusunda iyi olabilir ancak ben gelecekteki riskleri görmek konusunda iddialıyım. Spor ayakkabılar ıslanırsa üşütür hasta olur, sıcak havada kalın mont giyerse terler hasta olur... Bu yüzden kendisine bir barış elçisi sabrı ile ikna konuşmaları yapıp, istediğim kıyafetleri giydiriyorum. Bazen ikna konuşmaları sırasında; "Ayakkabını giymezsen hafta sonu sinemaya gitmiyoruz" gibi şeyler söylesem de (pedagoglar bu satırlarda gözlerini kapasın) genelde o aşamaya gelmeden uzlaşmanın yollarını buluyorum.
Kahvaltı ve kapı önü ikna sürecimizden sonra okula doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Evet bu bir yolculuk.... Her sabah içinde ayrı bir serüven olan, ben hızlı hareket etmeye çalışırken çocuğumun yavaş çekimde ilerlediği hatta evde unuttuğum majör şeylerden dolayı (örneğin haftada bir çocuğun okul çantasını yanıma almayı unutuyorum nasıl unutuyorum ben de bilemiyorum, kendimi de unutmayı denedim ama onu yapamıyorum) ara ara geriye sardığımız bir yolculuktan söz ediyorum. Bir yanım çocuğumu hızlıca okula bırakmak isterken, içsesim de onun benim yanımda kalma isteğine karşı gönlümü dürtüyor. "Bak çocuk seninle zaman geçirmek istiyor ama sen onu hemen okula bırakma peşindesin. Nıç, nıç..." Okul yolundaydık, bu vicdan muhasebesine nasıl vardık? Birkaç kere içsesin bu lakırtılarını dinledikten sonra hem onu susturacak hem de bizim Güneş ile gerçekten eğleneceğimiz bir şey buluyorum. Okul yolunda ufak bir yokuş var. Her gün o yokuşun başından "3, 2, 1 Fırlat" deyip bitişine kadar yarış yapıyoruz. Aslında o daha da sürdürmek istiyor yarışı ama yokuş kısmı bitince benim halim kalmıyor. 35 yaşımdayım (haha yalan 37 yaşımdayım neden buraya 35 yazıyorsam, neyse silmeyeyim belki bu parantezli satırları okumayanlar olur, onlar 35 sanır, neyin peşindeyim Aslı toparlayamıyorsun şu cümleyi bitir artık.) ve az miktarda olan enerjimi bilinçli tüketmeliyim. Her seferinde yarışı oğlum kazanıyor. Annelik konusunda henüz dördüncü yılımı doldurmuş olabilirim ama çocukla yarışı kendim kazanıp arıza çıkmasına mahal verecek kadar tecrübesiz değilim. Yarış bir dakika, yarışı ben kazanacaktım sen neden kazandın diye çocuğumun ağlaması bir saat sürer. Okul yolculuğumuzda son köşeyi de döndükten sonra kapıya geliyoruz. Kocaman sarılıyoruz. Bu noktada sarılmayı biraz ben uzatıyorum ki okulda geçireceği saatler boyunca deposunda anne sarılışı dolsun. Bana da evlat kokusu depolansın çünkü şu an okula bırakmak için ne kadar acele etsem de, takribi 2-3 saat sonra videolarına ve fotoğraflarına bakmaya başlayacağım. Ev çok sessiz gelecek ve pofuduk elleriyle legoları nasıl taktığını düşünüp oturduğum yerde hüzünleneceğim, iyice git gelli bir günümdeysem gözlerim de dolacak. O legoların öyle renkli renkli olduğuna bakmayın, derinlerde neler neler saklıyorlar, ne yaşanmışlıklar var içlerde tey tey... Legoya bastığında boşuna mı o kadar acıtıyor sanıyorsun, iç acısı o...
Sonra çocuğumu okuldan alma vakti yaklaşacak. Son saatimi kurabiye yapmaya mı yoksa kendime mi ayırsam diye düşüneceğim ve kurabiye yapma düşüncesi, kendime vakit ayrıma düşüncesi karşısında kolay bir galibiyet kazanacak. Fıstık ezmesine, süt, bal ve un ekleyeceğim. Hamuru dolapta on beş dakika dinlendirirken ben de birazcık dinleneceğim. Vakit dolduğunda ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp elimle düzleştirip içlerine birer adet bitter çikolata koyup fırına koyacağım. Al sana sağlıklı Biskrem. Paketli alacağım bir şeyin sağlıklı versiyonunu evde kendim yaptığım için birinden bir başarı belgesi bekleyeceğim. Kimseden gelmeyeceğini anlayınca kendime kendimi çok da şımartmadan bir "aferin" diyeceğim. Şımarırsam mazallah bir daha yapmam annelikte kendimi salarım falan, o yüzden bu riski almayacağım. Kurabiyelerin pişme zamanı ile evden çıkma zamanım denk gelirse iyice koltuklarım kabaracak. Bir şeylerin zamanını denk getirmenin bana neden bu kadar büyük bir haz verdiğini düşünceleri ile yola koyulacağım. Okula vardığımda oğlum bana doğru koşarak gelecek ve "Bana sürpriz getirdin mi anne?" diyecek. Kurabiyeyi görünce "Bazen de oyuncak getirebilirsin anneciğim sürpriz olarak" diyecek ama ben alınmayacağım. Annelikte en çok çalıştırdığım kasın "alınmama kası" olduğunu bileceğim. Okulun yanındaki parkta oturacağız ve maç olsa da olmasa da tenis kortunu izleyip kurabiyelerimizi yiyeceğiz... Ben ona günün nasıl geçtiğini soracağım. O anlatmayacak.
Rutinlerimize dönebildiğimiz,
rutinlerimizin içindeki güzelliği görebildiğimiz günler dileği ile....
Bir takıntı, Bir alıntı!
Bir takıntı: "Ya rutinim bozulursa, ya güvenli alanlarımın sınırları açılırsa?" Aslı'nın İçsesi
Bir alıntı: "Şeyler ne kadar değişirse, o kadar aynı kalırlar." Alphonse Karr