Ben çocukken yatmadan önce bize kitap okunmazdı. Masal anlatılırdı. En çok da anneannem anlatılırdı. Hele ki bir Mehmet masalı vardı ki, çok severdim. Bir kere yetmez, iki kere yetmez, en az beş kere anlattırırdım. "Bu benim en sevdiğim masal anneannem" dediğimde de, "O kadar seviyorsan, sen de çocuklarına anlatırsın." diye beni gülümsetirdi anneannem. Uzun uzun yıllar geçti. Yaşım masal anlatılacak yaşı geçti, masal anlatacağı yaşa geldi. Oğlum da masalları anlayacağı yaşa geldiğinde, aldım onu yanıma hevesle. Hatırlamaya çalıştım Mehmet masalını zihnimde, tam olarak şöyleydi;
Bir tane Mehmet varmış... Annesi bir gün Mehmet'i tuz almaya göndermiş. O zamanlar tuzun adı "hiç"miş. Ne alacağını unutmamak için "Hiç, hiç, hiç" diye sayıklayarak gidiyormuş. Az gitmiş, uz gitmiş... Sahilde balık tutan bir adam görmüş. Adamın yanından geçerken, "Hiç, hiç, hiç" demeye devam etmiş. Adam "hiç" kelimesini ardı ardına duyunca Mehmet'in yüzüne iki tokat patlatmış. "Balık tutana hiç denmez, beşine onuna birden diyeceksin." demiş. Mehmet söz dinlemiş. "Beşine onuna birden, beşine onuna birden..." diyerek yoluna devam etmiş. Yol üzerinde bir cenaze kalabalığı görmüş. Şans bu ya, dilinde de "Beşine, onuna birden, beşine onuna birden..." Cenazeden yaşlı bir teyze Mehmet'in yüzüne iki tokat atmış. "Beşine onuna birden denir mi?" demiş. "Başımız sağolsun." diyeceksin demiş. Yanakları al al başlamış Mehmet yeniden sayıklamaya. "Başımız sağolsun, başımız sağolsun." Biraz daha ilerlemiş bakmış yerde cansız yatan bir fare. "Başımız sağolsun, başımız sağolsun" diye tekrarlayarak, başında beklemeye başlamış farenin. Yaşlı bir dede gelmiş yanına. Ondan da iki tokat yemiş. "Hiç öyle denir mi?" demiş dede. "Öf ne pis kokuyor, öf ne pis kokuyor..." diyeceksin. Mehmet değiştirmiş yine kelimelerini; "Öf ne pis kokuyor, öf ne pis kokuyor..." O anda karşısında hamamdan çıkan bir kadın belirmiş. Parlıyormuş kadın temizlikten, pirüpak. Ancak Mehmet'in dilinde kalan son cümle, öf ne pis kokuyor, ağzından da çıkıverince, tokadı yemiş kadından. Fakat kadın Mehmet'e dikkatlice bakınca kim olduğunu tanımış. "Hafize Hanım'ın oğlusun sen, annen seni hiç almaya göndermemiş miydi? Paran nerede?" demiş. Mehmet ceplerine bakmış. Belli ki parasını da aklındakini de unutmuş. ağlamaya başlamış Mehmet, kadın da üzülmüş. "Ağlama bakayım, güçsüz çocuklar ağlar, al şu parayı hiç alıp hemen evine git." diye tembihlemiş. Mehmet varmış evine elinde hiç ile, annesi yanağına iki öpücük konduruvermiş. Masal da burada bitmiş.
Bu muymuş en sevdiğim masal diye hayıflandım. Bunu Güneş'e bu haliyle anlatamazdım. Ben de orijinalinden yola çıkıp modern bir versiyonunu kurguladım.
Bir tane Mehmet varmış... Annesi bir gün Mehmet'i tuz almaya göndermiş. O zamanlar tuzun adı "hiç"miş. "Hiç, hiç, hiç" diye sayıklayarak gidiyormuş. Sonra sahilde balık tutan bir adam görmüş. Adamın yanına gitmiş. "Hiç, hiç, hiç" demiş, adam Mehmet'i kibar bir dille uyarmış. "Balık tutan birini gördüğünde hiç denmez, beşine onuna birden dersen daha nazik olursun." demiş. Mehmet "Beşine onuna birden, beşine onuna birden..." diye diye gidiyormuş. Yolda hasta bir adam görmüş. Yanına gidip "Beşine onuna birden" demiş. Hasta adam Mehmet'i kibarca yanına çağırmış ve "Geçmiş olsun" demesinin daha doğru bir söz olacağı konusunda onu ikaz etmiş. Mehmet "Geçmiş olsun, geçmiş olsun" diyerek gitmeye başlamış. Mehmet yolda bir çöp torbası görmüş. Başına geçip "Geçmiş olsun" demeye başlamış. Bunu gören bir dede yanına yaklaşmış, "Geçmiş olsun yerine "Bu koku da ne?" dersen daha şık olur" demiş. Mehmet de "Bu koku da ne, bu koku da ne?" diye sayıklamaya devam etmiş. O anda karşısında hamamdan çıkmış bir kadın belirmiş. Mehmet "Bu koku da ne?" demeye devam etmiş. Kadın anlayışla Mehmet'in göz hizasına inip başını şefkatle okşamış ve "Bu koku da ne?" demenin yeterince zarif olmadığını gözlerinin içine bakarak söylemiş. Mehmet ağlamaya başlamış. Kadın ağlamanın da normal olduğunu, her hissimizi yaşayabileceğimizi, ağlaması bitine kadar ona destek olacağını belirtmiş. Onu bakkala gidip hiç almayı unutmaması konusunda da cesaretlendirmiş. Mehmet varmış evine elinde hiç ile, annesi yanağına iki öpücük konduruvermiş.
Anlaşılan o ki masallar değişebilirmiş. Belki bizim anlattığımız masalları da çocuklarımız kendi yavrularına değiştirerek anlatacak olabilirmiş. Ancak masal anlatılmanın keyfi asla değişmezmiş. Einstein da "Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız onlara masal anlatın, daha zeki olmasını istiyorsanız daha çok masal anlatın." diye boşuna dememiş.