İlkler kimilerine çok romantik gelir ama beni müthiş gerer. Beynim ilkleri asla kucaklamaz. Onları uzaydan gelen tanımlanamayan cisim kategorisine sokar. Kırmızı alarmlarını çalıştırır. "Alarm, alarm. Şu an bu durumu ilk defa yaşıyorum. Bu konu ile ilgili deneyimim yok. Ne olacağını öngöremiyorum. Olayın ciddiyetini anlaman için de yanaklarındaki kırmızı kan hücrelerini artırıyorum." İşte bu yüzden ne zaman ilk defa bir şey yapacak olsam ya da biri ile tanışacak olsam kesin kızarırım. Kızardığımı belli etmemeye çalışınca daha çok kızarırım. Ne kadar kızardığımı görebilmek için etraftaki cam, ekran bilimum yansıtıcıya bakmaya çalışırım. Sistemimdeki bu kaos içinde mantıklı konuşabilmek çok zor olduğundan kendimi mutlaka yanlış tanıtırım. Tuhaf, kendini beğenmiş ve kesinlikle allığını çok abartmış biri zannedilirim.
Şanslıyım ki buradaki tanışmamız sözlü değil yazılı. Ki bence iletişimin en güzel hali yazılı olanı. Karşında biri varmış gibi yazıyorsun ama gerçekte karşında biri yok. Harika. Konuşmadığı için de dediklerine de karşı çıkmıyor; mülayim, sus pus, ne desen onaylayan, yargılamayan, cesaretlendirici, anaç... Yahu böyle biri olabilir mi? Olamaz. Zaten o yüzden yok. Ancak bu karakterin tam tersi biri var. Her yaptığımı eleştiren, sürekli konuşan, ne desem tersini söyleyen, yadırgayan, yargılayan, moral bozan... Parantez aç içine koyabileceğin tüm olumsuz sıfatları koy. Kim bu derseniz, o benim içsesim.
Yeni tanıştığım insanlara karşı mesafeli duracağımı, öyle hemen dökülüvermeyeceğimi tembihleyip üçüncü paragrafta da içsesimden bahsetmeye başlamak da tutarlı duruşumun ayrı göstergesidir. Ancak madem ben buralara yazacağım ve yazdığım zaman da ister istemez kalbimin kapılarını aralayacağım, o zaman ondan söz etmesem olmaz. Babacığımın kaybından sonra 6 yaşında güya beni korumak adına, olası tehlikeleri bana söyleyip tedbir almamı amaçlayan diyelim, ortaya çıkmış bu içses o gün bugündür hiç susmadı. İçinde bulunduğum haller ile ilgili sürekli başıma en kötüsünün geleceğini söyledi, en huzurlu zamanlarımda eskileri didik didik edip keyfimi kaçıracak bir konu mutlaka buldu, muazzam felaket senaryoları kurdu. Bir de şikâyetçi olmayayım diye aklıma sürekli şunu getiriyor çakal; "Ben olmasan olduğun yerde kalırdın, benim sayemde ben seni iteklediğim için bir şeyler yazabildin. Kamçı olmasa, ki o ben oluyorum, at o kadar hızlı nasıl koşsun..."
Aslına bakarsanız haklı. İçsesimin konuşmasından o kadar yoruldum, o kadar yoruldum ki, onu susturmak için yazmaya karar verdim. Çünkü sustuğu tek zaman yazdığım zamanlardı. Küçükken günlüklere yazdım, üniversiteli olunca felsefe okuduğum için durmadan yazdım, reklam yazarı oldum senaryolar, sloganlar yazdım, anne oldum annenin içsesi hesabını açtım oraya hislerimi yazdım, baktım ki bu süreçte pek çok hikâye biriktirmişim onlarla da Çarşamba Çikolataları adlı bir kitap yazdım...
Şimdi de artık buraya yazacağım.
Ben kızarmadan tanıştığımıza memnun oldum :)
Bir takıntı Bir alıntı
Bir takıntı
"Durup durup neden eskiler aklıma geliyor da ben anın içinde kalamıyorum?" Aslı'nın İçsesi
Bir alıntı
"Beynimiz her zaman inançlarımızı ve geçmiş deneyimlerimizi
temel alarak içinde bulunduğumuz durumu anlamlandırmak ister."
Mark Manson