22.03.2020 - 03:04 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN
Koronavirüs bugünlerde hayatımızı sarmış durumda. Herkes tedirgin. Birçoğumuzun düzeni değişti, evlerimizden çıkmıyoruz. İşe gitmek zorunda olanlarsa çok dikkat ediyor. Çocukların okulları tatil edildi, neredeyse her yer kapalı. Hep evdeyiz. Korkuyoruz. Korktukça endişeye kapılıyoruz. Bu da bağışıklığımızı zayıflatıyor. Sorun şu ki koronavirüsle savaşmanın en önemli kuralı bağışıklık sistemimizin güçlü olması. Bağışıklık sisteminin güçlü olması için iyi bir psikoloji şart. Ben de Dr. Ümit Aktaş ile bir araya geldim. Son kitabı “Yaşam Sevinci” raflardaki yerini aldı. Bu vesileyle buluşsak da en çok koronavirüsü konuştuk. Aktaş bir fitoterapi uzmanı olarak bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak için bazı yiyecekler ve formüller önerdi. Ayrıca evimizde sıkılmadan, sağlıklı kalmaya dikkat ederek vakit geçirmenin yollarından da bahsetti. Hepinize faydalı olmasını diliyorum. Sağlıklı pazarlar...
Aslında tam da koronayla savaştığımız günlere denk geldi yeni kitabınız “Yaşam Sevinci”. Kitabın adı neden “Yaşam Sevinci”?
Çünkü yaşam sevinci olmadan bağışıklık sisteminiz sağlıklı çalışamaz. Yaşam sevinci olmadan hastalıklardan korunamazsınız. Hastalanınca iyileşemezsiniz. Dolayısıyla sağlıklı yaşamak için ihtiyacınız olan ilk şey yaşam sevincidir. Hastalarıma her geldiklerinde bunu söylerim ben. İyileşmek istiyorsanız ilk ihtiyacınız yaşam sevinci, hayat dört elle sarılmalısınız, ben iyileşeceğim demelisiniz. Yaşam sevinciniz olmazsa ben ne yaparsam yapayım sizi iyileştiremem. Burada da kastettiğimiz buydu. Yaşam sevinci dolu olmak sağlıklı yaşamın ilk kuralıdır. Ama yaşam sevinci diye boş bir laf atıp ortaya, bu olacak deyip geçemezsiniz. Beslenmeyle, doğru yaşam tarzıyla, egzersizle birlikte yaşam sevinciniz yüksek olur. İnsana bir makineymiş gibi tek taraflı muamele edemezsiniz. İnsan bir bütündür. Her hastalığın fizyolojik ve psikolojik bir tarafı vardır.
Şu sıralar koronavirüs gündemiyle tüm dünya sadece sağlığına yöneldi. Yaşam sevincimizi kaybetmemek için en yapmalıyız?
Moralimizi bozmayacağız, paniğe kapılmayacağız. Panik en kötü şey. Sakin olacağız, zaten yeterince bilgilendirme yapılıyor. Ve doğru şekilde yaşamak için uğraşacağız. Biz küçükken bu kadar eğlence imkânı yoktu, AVM’ler yoktu. Ne yapıyorduk evde? Küçükken oynadığımız oyunları bulacağız. Çocuklarımızla onları oynayacağız. Bol bol kitap okuyacağız. Güzel filmler bulacağız, izleyeceğiz. Evimizin kıymetini bileceğiz. Tekrar bir içe döneceğiz, öze döneceğiz. Anlayacağız aslında ne olduğunu, dünyanın dışarıdaki hayhuydan ibaret olmadığını, insanın yaşaması için çok da fazla bir şeye ihtiyacı olmadığını. Başımızı sokacak bir dam, giyecek 3-5 kıyafet ve yiyecek gıda… Bunları hatırlayacağız, öze döneceğiz, basitleşeceğiz. Ve bu günleri zor zamanları atlatacağız.
“Virüsle başa çıkabilmenin tek yolu tekrar birlik olmak”
Bu virüs bizde varmış ve biz bunu başkalarına bulaştırmamalıyız düşüncesini ve davranışını öğrenene kadar bu virüs bizden gitmeyecek sanki…
Dünyada insan gibi bir canlı yok, çok enteresanız. Hiçbir zeytin ağacı bulunduğu yeri büyüteyim diye uğraşmaz, hiçbir hayvan savaş çıkarmaz. Biz öyle acayibiz ki; evlerimizi daha büyük istiyoruz, arabalarımızı daha büyük istiyoruz. Daha çok para istiyoruz. Sürekli dünyaya zarar veriyoruz. Şu anda Avrupa’yı düşünebiliyor musun, her yerde salgın hastalık var, ihtiyarlar ölüyor, insanlar çaresiz. Nasıl başa çıkacaksın bununla? Bununla başa çıkabilmenin tek yolu tekrar birlik olmak. Bireysellik acımasızlığı, dünyada kendisinden başkası yokmuş gibi bencilce davranmayı getiriyor. Bencilce hareket etmeye devam ettiğimiz sürece başımıza daha çok iş gelecek. İnsanın bu kadar bencil olması başka hiçbir canlıyı, başka bir insanı düşünmemesi son derece kötü bir şey. Haberlerde gördüm karantinadan kaçanlar var. Karantinadan kaçmak ne demektir! Bu sorumsuzluktur, kendi canını düşünüyor olabilirsin ama sen kaçtığın anda bu virüsü başkalarına da bulaştırabilirsin. Sen nasıl bu kötülüğü başka insanlara yaparsın? Bu düpedüz cinayet gibi bir şey benim için. Gençlerde de görüyorum bunu; çıkıyor dışarıda dolaşıyor bana bir şey yapmıyor düşüncesiyle. Sana bir şey yapmıyor ama senin kaptığın virüs anneni öldürecek belki, farkında değil. O sorumluluğu almıyor.
“İnsan virüs gibi yerleştiği konağa zarar veriyor”
Tüm dünya koronavirüs nedeniyle teyakkuz halinde. Evimizden çıkamıyoruz. Dünya nasıl bu hale geldi?
Dengeyi bozduk; 20. yüzyıl insanı kendine modern insan diyor hâlbuki tarih boyunca bu dünyanın gördüğü en vahşi insanlık grubu. Son Avustralya yangınında milyarlarca hayvan, bitki, canlı yok oldu. Şimdi de koronavirüs… Sürekli olarak dünyaya zarar vermeye devam ediyoruz. Ve tarih boyunca bizim gibi doğaya zarar veren başka bir topluluk yaşamadı. Üstelik bir de çok kalabalığız. 8 milyarız. 8 milyar doğaya zarar veren insan dengeyi bozduk. Yerli tohumlarımızı kaybettik. Sırf ticaret için hibrit tohumlar, GDO’lu tohumlar yaptık. Ondan sonra da dünyaya ne yaptık diyoruz. Dünyaya olan biten her şeyi biz yapıyoruz. Başkası yapmıyor.
O da bizi üzerinden atmaya çalışıyor.
Doğa böyle dönüyor. Böyle bir şey olmaz ki yaşadığınız yere zarar veriyorsunuz. Virüs gibi. Virüs de öyle yapmıyor mu? Yerleştiği konağa zarar veriyor. İnsan da yaşadığı dünyaya zarar veriyor. Sonu dönüyor dolaşıyor bize geliyor.
Sürekli ellerimizi yıkıyoruz, kolonya ya da anti bakteriyel jeller sürüyoruz. Bu kadar çok kolonya sürmek, el yıkamak da zararlı değil mi? Ellerimizin de bir florası var mı?
Çok doğru. Cildimizin bir florası var ve onu çok sık yıkamak bozuyor. Ama en çok da kimyasallar bozuyor. Onun için yapılması gereken bir basit beyaz sabunla el yıkamak. Sabunla el yıkamak florayı yine bozabilir ama faydalı bakterilere daha az zarar veriyor.
Peki floramızı nasıl sağlamlaştırabiliriz? Kitabınızda da anlatıyorsunuz aslında…
Probiyotik besleneceğiz. Bu ayrıca virüsten korunmanın yöntemlerinden bir tanesi. Ev sirkesi, ev turşusu, evde mayalanmış yoğurt, kefir ve taze sebze, salata. Taze sebzelerin hepsi probiyotik bakteriler içerir. Dünyada var olan bütün mikroorganizmaların yüzde 90’ından fazlası hatta binde 999’u probiyotik bakteridir. Yaşamın temeli probiyotik bakterilerdir. Bu son derece önemli. Ve biz probiyotik bakterilerle virüse karşı korunuruz. Sadece cildimizde bulunan probiyotikler değil, bağırsaklarda bulunan probiyotikler de bizim bağışıklık sistemimizin en önemli savunma duvarıdır.
Ümit Aktaş’ın yeni kitabı “Yaşam Sevinci” Alfa Yayınları’ndan çıktı.
Kitabınızda iştahınızı mikrobiyomunuz belirliyor diyorsunuz. Bu ne demek? Kilo verebilmek için mikrobiyomumuzu nasıl sağlıklı hale getiririz?
İnsanın her gün yediği gıdanın yaklaşık yüzde 25 probiyotiklerine gidiyor. Probiyotikler de canlı olduğu için onları beslemek gerekiyor. Neyle besleyeceğiz bunları? Yediğimiz gıdalarla besleyeceğiz. Zaten bu yüzden eğer zayıf kalmak istiyorsanız mutlaka probiyotiklerinizin zengin olması gerekiyor. Kilo vermek isteyen insanlar probiyotik beslenmeli ve probiyotikten zengin takviyeler almalı. Biz zehirli gıda maddelerini yiyoruz ya; bağırsak duvarımız yemiyor. Bizden daha zeki. Bağırsak duvarımız onların hepsini analiz ediyor. Etiketinde yazan ne varsa tespit ediyor. Sonra da onların faydalılarını sindiriyor, zararlılarını atıyor. Bunu yaparken laboratuvar gibi çalışmasını sağlayan işçiler probiyotikler.
Probiyotiklerle genetik yapımız da değişiyor değil mi?
6 sene kadar önce Human Genome projesi tamamlandığında bilim insanları insan vücudundaki protein kodlayan genleri saydılar ve yine insan vücudundaki probiyotiklerin de protein kodlayan genlerini saydılar. Vücudumuzda 23 bin adet, probiyotiklerimizde de 8 milyon adet gen var protein kodlayan. Ve çok enteresan bir şey keşfettiler; probiyotikler bize gen transferi yapıyor. Sanıyorduk ki genetik yapı değişmez, taş gibi sağlamdır, genetik yapı kaderindir. Değilmiş. Hiçbirimiz doğduğumuz gündeki genlerimizle ölmüyormuşuz. Çünkü dış ortam şartlarına uyum göstermemiz gerekiyor. Burada da işte probiyotikler çalışıyor. Biz zaten bunu şuradan biliyoruz. Atasözümüz bile var: “Üzüm üzüme baka baka kararır”, uzun süre evli kalan çiftler de birbirine benzemeye başlar. Aynı sofra, aynı probiyotikler nedeniyle. Aynı probiyotikler aynı gen transferi. Dolayısıyla ne yiyip ne içeceğimize, iştahımıza probiyotikler karar veriyor.
Kitapta mevsimsel beslenmenin önemine değinmişsiniz, bir poster de yapmışsınız mevsim meyvelerini tanıtan. Mevsimsel beslenme neden önemli?
Beslenme canlılığın aktarımıdır. Yediğimiz meyveler ve sebzelerden bir canlılık alıyoruz biz. Kereviz kışın büyürken eksi 10 derece soğukta, toprağın altında, dışarıya 3 dal yaprak verir ama o soğuğa dayanmasını, güneşsizliğe dayanmasını sağlayan maddeler üretir ve toprak altında kocaman bir yumru büyütür. Kışın kereviz yediğim zaman ben de vücuduma bu maddeleri alırım ve vücudum da dış ortam şartlarından korunmayı öğrenir, soğuğa karşı dayanmayı öğrenir. Yazın da domates 40 derece sıcağa dayanmasını bilir, incecik bir dalın üzerinde kocaman bir domates büyütür, incecik kabuklu. Yazın domates yediğimde de sıcağa dayanmayı öğrenirim vücuduma o sinyalleri veririm, o maddeler benim vücuduma girer. O nedenle mevsimsel beslenme çok önemlidir. Çünkü insan vücudunun günlük ritmi olduğu gibi mevsimsel ritmi de vardır. Ben bunun tersini yaparsam vücuduma yanlış sinyaller veririm ve hastalanmasına sebep olurum. Gıda çok önemlidir, insan gıdayı, ne yediğini hissetmeli ne yediğini düşünmeli.
“Fermente beslenmek koronavirüse karşı koruyucu”
Çok uzun süre evde kalma ihtimali nedeniyle herkes makarnaya hücum etti. Korona günlerinden az zayiatla çıkmak için ne yapmalıyız?
Alabiliyorsanız bakliyat alın, kuru baklagiller de dayanır, turşu dayanır. Kemik alın, kemik suyu kaynatın evde. Hanginiz turşu kurdu evde? Turşu kurun. Lahana var şimdi mevsimi, alın lahanaları, basın kavanozlara turşu yapın. Bağışıklığınızı destekleyin. Japonlar 2015 yılında yaptılar çalışmayı şalgam suyu antiviral, grip virüsüne karşı etkili. Fermente beslenmek virüse karşı en koruyucu faktör. Yaş ilerledikçe gıda miktarını azaltmak gerek. Çünkü gerçekten insan ömrünü uzattığı tespit edilen tek faktör var; daha az yemek. Hepimizin 1 ömrü var. Önemli olan bunu yaşam sevinciyle dolu, keyifli geçirebilmek. Başımıza her şey geliyor, gelecek. Ama işte bunlarla kendimizi kahretmeyeceğiz.
Evde oturuyoruz, kilo alacağız diye de korkuyoruz.
Evde oturuyoruz diye paniğe kapılmamak gerek. Evde de spor yaparsınız. Spora, egzersize önem verin bağışıklığı destekliyor. Eğer doğru beslenirseniz ve abartmazsanız kilo da almazsınız.
“Bakanlık çağırırsa fitoterapi uzmanları olarak göreve hazırız”
Çin ne yaptı da bitirdi koronavirüsü?
Raporlarını yayınlamaya başladı ve verilerini herkese açtı. Çin diyor ki; “Şubat ayının başından itibaren tüm vakalara antiviral tedavinin yanında geleneksel Çin tıbbı da uygulamaya başladım. Ve böylece tedavide daha başarılı olduğumu gösterdim”. Farklı farklı bitkileri bir araya getirerek Çin tıbbı mantığına göre vermişler. Mandalina kabuğundan tutun da zencefile, zeytin yaprağına kadar pek çok farklı bitkiyi kullanmışlar. Biz bilimsel fitoterapide çok ilerideyiz şu anda. Çin’den daha iyiyiz. Ben fitoterapiye başladığımda tektim. Şu anda 2 binin üzerinde hekim var Türkiye’de. Bugün bakanlık göreve çağırsa bizi; hepimiz hazırız. Çünkü Çin “Ben 60 binin üzerinde hastaya fitoterapi uyguladım ve bu hastalarda hastanede kalış süresi, iyileşme süresi ve ölüm oranları azaldı” diyor.
Sosyal medyada görüyorum geleneksel tamamlayıcı tıp uygulayan doktorlara çok fazla saldıran var ve virüs çıkınca da “Herkes aşı bekliyor nerede o hocalar?” gibi söylemler de gördüm.
Modern tıpta bu virüsün tedavisi var mı? Şu anda ilacı yok, aşısı yok. Ama elimizde binlerce yıldır kullanılan bitkiler var. Bu bitkilerle ilgili 10 binlerce bilimsel yayın var. Niye bitkileri kullanmıyoruz?
Çin kullanıyor yani?
Kullanıyor. Önemli olan da bu, akılcı yaklaşım budur. Biz takım tutmuyoruz. İlaca karşıyım, tarafım gibi bir şey söz konusu olamaz bilimde. Hasta için ne uygunsa o kullanılacak. Antiviral ilaç verilecekse antiviral ilaç verilecek. Kişiye zerdeçal faydalı olacaksa zerdeçal da verilecek. “Fitoterapiye inanmıyorum” gibi lafları çok duyuyorum. Bu ne demek Allah aşkına! Fitoterapi bir bilim, bilime inanılır mı? Ben de fitoterapiye inanmıyorum ki, fitoterapi biliyorum. Bilimden şüphe edilir. Bugün ak dediğinize yarın kara dersiniz. Dogmatik cümleler kurmamak gerekir.
Kitabınızdaki bölümlerden biri de “Bitkisel ecza dolabını yarat”. Kendimizi ve çevremizi bu salgından korumak için bitkisel ecza dolaplarımızda şu sıralar en çok ne olmalı?
Bağışıklığımız destekleyen ve antimikrobiyel olduğunu bildiğimiz bitkiler var. En çok onları öneririm. Bunların başında gelenler zerdeçal ve zencefil. Özellikle zencefilin çok güçlü antiviral etkisi var. Kendim de korunmak için düzenli zencefil kullanıyorum. Zeytin yaprağı çok güçlü bir antimikrobiyel ve şekeri düşürüyor. İbn-i Sina bile enfeksiyon hastalıkları tedavisinde zeytin yaprağı kullanmış. Karanfil çok güçlü bir antimikrobiyel. Propolis mutlaka bulunmalı, bitkisel değildir arılar yapar ama bağışıklık sistemini destekleyen en önemli maddelerden bir tanesi. Meyan kökü yine aynı şekilde Çinlilerin de tedavide kullandığı bir bitki. Bağışıklığı destekliyor fakat dikkatli kullanılmalı. İlaçlarla etkileşimi çok olan bitkidir. Özellikle kalp damar hastalığı olan ve ilaç kullananlar, diyabetik dediğimiz sıvı attırıcı ilaç kullananlar dikkatli olmalı. Her zaman az tüketilmeli. Bol bol Omega- 3 tüketilmeli; ceviz fındık badem gibi. Kabuklu alıp tüketmeliyiz. Semizotu Omega- 3 açısından çok zengindir bol ve çiğ tüketilmeli. Küçük balıklar da zengindir; hamsi, sardalya gibi. Kızartmadan, az pişirerek yenmeli.
Siz kendinizi virüsten nasıl koruyorsunuz? Terzi kendi söküğünü dikebiliyor mu?
Her zaman dikemiyor. Tabii ki doğru besleniyorum karbonhidrat tüketmiyorum. Glütenden uzak duruyorum, işlenmiş gıda evime girmiyor. Elleri yıkamak çok önemli. Doktor olduğum için sosyal izolasyon mümkün olmuyor. Ama sürekli ellerimi yıkıyorum. Spor yapıyorum. Her gün mutlaka bir egzersiz setim oluyor. Ve tabii ki birtakım takviyeler alıyorum. Beslenmede paça suyu, kemik çorbası önemli. Takviye olarak da probiyotik, Omega- 3 alıyorum, D vitaminimi yüksek tutuyorum. Zencefil alıyorum, bir sabah bir akşam. Personelime de verdim bütün bunları. Annemlere, teyzemlere, kardeşlerime hepsine gönderdim virüsten sonra.
Kemik suyu, ilik suyu C vitaminiyle birlikte içildiğinde bağışıklığı güçlendirir deniyor. Evde kemik suyunu nasıl yapacağız?
Ben kısık ateşte en az 4 saat kaynatmaya özen gösteriyorum. Her zaman ninenizin, dedenizin yaptığı şekilde yapmak önemli. Önce kemiği kaynatıp hemen kanlı suyunu döküyorum. Sonra birkaç yemek kaşığı ev sirkesi ekliyorum. O kolajenin açığa çıkmasını kolaylaştırıyor. Ocaktan almadan yarım saat önce biberiye, kereviz yaprağı gibi bitki ekliyorum.
Virüsten sonra veganlık da çok konuşulmaya başlandı. Sizin bu konuya yaklaşımız nedir?
Veganlık bir kere ahlaki bir seçim. Ama bir gerçek var bunu görmek zorundayız. İnsanlar hayvansal protein yediği için evrimleşti. Biz bu noktaya gelmemizi hayvansal protein yememize borçluyuz. İyi bir noktaya mı geldik o tartışılır tabii. Hayvansal proteini çok tüketmemek gerekir doğrusu da sebze ağırlıklı beslenmek. Bizim tartışmamız gereken konu şu aslında adil dünya düzeni, adil bir tarım ve hayvancılık, sürdürülebilir bir su politikası bunları tartışmalıyız. İstediğim kadar vegan olayım yediğim sebze hibrit tohumla üretilmişse, tarım ilacı kullanılmışsa sağlıklı olmam mümkün değil ki! Kaynaklarımız yetmiyor laflarına da kanmayın. Dünyada şu anda mevcut tarım ürünlerinin yarısı son tüketiciye gitmeden çöpe gidiyor. Yani yetersiz tarım yok, lojistik problemleri var, adaletsiz dağıtım var.