20.10.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA
Özellikle kadın okurun kitaplarını çok tercih ettiği bir yazar Canan Tan. Son kitabı “Issız Kadınlar Sokağı” kısa hikayelerden oluşuyor. Giriş yazısı bir süre önce kızının gözü önünde katledilen Emine Bulut’a ithafen yazılmış. Açıkçası kitabın radarıma girmesi böyle oldu. Ancak okudukça insan kendinden veya çevresinden bir şeyler buluyor. Kadına şiddet sadece ülkemizde değil dünyada da büyük bir sorun. Şiddetin sadece fiziksel olması gerekmiyor; neredeyse her kadın hayatının bir döneminde duygusal şiddete maruz kalıyor. Biz de buradan yola çakarak kadın kadına sohbet ettik. İyi pazarlar
Emine Bulut cinayetini yazarak başlamışsınız kitabınıza. Kitap tamamlanmış mıydı bu cinayet işlendiğinde?
Benim “Issız Erkekler Korosu” diye bir kitabım vardır. O zaman ben kadınları da yazacaktım ama Piraye’nin Haşim’inin, “Yüreğim Seni Sevdi”nin Murat’ının hayatlarını merak ediyordu insanlar. O adamların hikayelerini anlattım. Ama artık kadınların da zamanının geldiğini hissettim yani “Issız Kadınlar Sokağı”nın. Tabii hayal edilen bir yer, bir mekân burası. Ama bu sokak her yerde var. Dünyanın her yerinde ıssız kadınlar sokağı var. Bütün hikayelerimi bitirdim. Editörüme öyküleri göndereceğim sırada Emine Bulut cinayeti gerçekleşti. Benim üç yıllık gazetecilik geçmişim de var Yeni Asır gazetesinde. Gazetecilik damarım coştu. “Çığlık” diye bir başlangıç yaptım kitaba. Keşke hiç olmasaydı tabii. Emine Bulut için yazdığım yazıyı “Kelimenin tam anlamıyla içimizi dağladın Emine kardeş” diyerek bitirdim sanki Emine Bulut’la konuşuyormuş gibi… İkinci bölümde de aynı şekilde “Matem”de “Issız Kadınlar Sokağı”ndaki kadınlı erkekli insanların isyanlarını anlattım. Gazetecilik yapar gibi yazdım onu da. Madde madde yazılmış saptamalar var. Sonra da öykülere geçiyorum.
Taciz, tecavüz ve şiddet mağduru 20 kadının öyküsünü anlatıyorsunuz kitabınızda. Kimisi kurgu kimisi de gerçek olaylardan yola çıkarak yazılmış sanırım değil mi?
Mesela “Aşk Cinayeti”. Böyle bir cinayet tabii ki yok kurgu. Ama her yerde her kesimde kadına şiddet var. Onu göstermek istedim. Şiddet evrensel bir olgu. Ve çoğu zaman bizdekinden daha beter. İki tane sığınma evi hikayemiz var. Bana kadın sığınma evlerinden gelenler oluyor. Oradaki hikayelerden de esinlendim. Gerçek olaylardan esinlenip, değiştirerek yazdım.
Kadına şiddet nasıl bitirilir?
Ben bu kitabı yazarken dünya üzerindeki olayları da inceledim. Bu maalesef sadece bize has bir durum değil. Amerika’da korkunç, Fransa’da korkunç, İngiltere’de korkunç. Hem dayak hem cinayet hepsi var. Zaman zaman şunu düşünürüm acaba biz bunları göz önüne sererek bu vahşeti daha mı çok teşvik ediyoruz. Mesela adamlara “Benim yapacağım bundan sonra bir bıçaklamadır, boğmadır, tabancadır, kurşundur” diye mi düşündürtüyoruz diye kaygılandığım da oluyor.
Sizin diğer kitaplarınıza baktığımızda çok güçlü, ayağı yere basan kadın karakterler görüyoruz hep. Sonuç olarak sizin feminist ve kadınları da harekete geçirmeye çalışan bir tarafınız var. Bu hikayelerde de ben bunu gördüm. Kadınların birlik olunca bu sarmaldan çıkabileceğini, ona şiddet uygulayan adamdan kurtulunca da hayatının düzelebileceğini bir şekilde hikayelerinize kodlamışsınız.
Hiç kötü son yok hikayelerimde, iç karartıcı bir şey de yok. Bir ümit veriyor. Ama şunu da söyleyeyim çok aşırı feminist insanlardan biri olamam, tamamen feminist olamam hem kızım hem de oğlum var. Erkek evladım var, çok iyi huylu bir kocam var. Nankörlük olur bu. Şimdi kadınlarla zaman zaman söyleşiler paneller yapıyoruz. Bir Kadınlar Günü’nde gittim, bütün salon dolu. Hanımlar süslenip geliyor, akşamına da “Kocam bana ne getirecek, beni nereye götürecek?” diye düşünüyorlar. İçime bir sıkıntı geldi, “Anadolu’nun doğusuna gideniniz var mı? Orada yaşayanınız var mı? Oradaki kadınların ne Kadınlar Günü’nden haberi var ne onlara bir şey getirilir ne de yemeğe götürülürler. Yine dayak yiyecekler, yine canlarına okunacak, yine cinayete kurban gidecekler” dedim.
-“Ben tamamen feminist olmamam hem kızım hem de oğlum var” dediniz. Neden? Feminist olmak erkeği ezmek anlamına gelmiyor ki!
Tabii ki o manaya gelmiyor ama bizim toplumumuzda her şeyi çok uçlarda yaşıyor insanlar.
Kızların erken evlendirilmesi de kanayan bir yara…
Kız çocukları erkek çocukları meselesine bakarsan şimdi 12 yaşında kız evlendiriliyor. Kocaman bir eve gelin gidiyor. Kayınvalide, kayınpeder, korkuluk niyetine bir koca. Ev dolu. Eziyet ediyorlar. Binlerce yükün altında. Sonra bir çocuğu olduğunda kızsa aynı hesap devam ediyor ama oğlan olursa statü kazanıyor. Arkasından da bir gelin geldiğinde aynı kadın kaynanasından çektiklerini gelinine yapıyor. Bu kısır döngü olarak gidiyor. Kadının kurdu yine kadın olabiliyor.
“Doğu’da kitaplarıma ilgi çok fazla”
Kadınlar neden buna bir son vermiyor, dur demiyor?
Bütün mesele “Ben çektim o da çeksin” meselesi bence. Oradaki sol anahtarı bu. Kaynanayı bırak, anne bile bunu söylüyor. Özellikle Anadolu’da, Doğu’da okuma yazma oranları az, çoğu kadının ilkokul diplomaları bile yok. Onların kurtuluşu nerededir onu çözemiyorum. Kimse o tarafa farklı bir şey yapmıyor. Ama ben oralardaki bütün illere muhakkak gidiyorum. Artık kitap fuarları düzenlemeye başladılar. Ve orada “Ben okumazdım, seninle okumaya başladım” diye gelen kadınlarla karşılaşıyorum. O taraflarda çok kitap okunmaya başlandı. Benim kitaplarıma da çok ilgi var. Kadın geliyor “Kızımın elinden aldım kitabınızı, okuma yazmam az ama okudum” diyor. Bunlar çok güzel şeyler.
Şiddeti aşk zanneden kadınlar da var. Neden sevgiyi bu kadar yanlış kodlamış olabiliriz?
Şiddeti, kıskançlığı sevgi olarak görenlere de patolojik bir bakış açışıyla yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü normalde bir insanın şiddetten zevk almaması gerek.
Kızınızın adını Renan çok güzel bir isim. Bir hikayesi var mı?
Ben lisedeyken çok kitap okurdum. Peride Celal’in “Üç Kadının Romanı” isimli romanında iki tane hımbıl abla kocalarını çekiştirirler, mutsuzluklarını ortaya koyarlar. Renan da dişiyle tırnağıyla kazıyarak Fransa’ya gitmiş hem okuyor hem çalışıyor. Bayıldım ben o tipe. Kendi kendime de dedim ki; benim kızım olursa adı Renan olacak. Kızım oldu, adını da Renan koydum fakat anlamını bilmiyorum. Nüvit Özdoğru’ya (yönetmen, oyuncu, şair) mektup yazdım ne demek diye. O da bana mektup yazarak yanıt verdi. “Renan cıvıldayan, çınlayan demek. Ömrü boyunca cıvıldasın, çınlasın” dedi. O mektubu hala saklarım.
“İyi bir erkek oğlunu da iyi yetiştirir”
Erkekler kendileriyle olan dertlerini, komplekslerini kadına şiddete mi dönüştürüyor?
Evet, genelde bu nedenle şiddet uyguluyorlar. Ama anneler erkek çocuklarını kendilerine belli bir kademe, statü sağladıkları için çok severler. Böyle olunca da erkek çocuk mutlaka şımarır. Kız çocuğunun şımarma hakkı daha azdır. Sonra aynı şımarıklığı karısına da yapmaya kalkar. Ters bir tepki aldığında da şiddete başvurur. Bu böyle kısır döngü gider; egolarını kadınlar üzerinden tatmin etmeye alışkınlar çünkü.
Bunun önüne geçme imkanımız var mı sizce?
Maalesef annelerde bitiyor iş ama anneler de bilinçli değil.
Siz oğlunuzu nasıl yetiştirdiniz?
Oğlum bebekken çok sık hasta olduğu için çok fazla ilgilendim. Ve bana bu nedenle çok bağlıydı ama ben mümkün mertebe kendimden uzak tuttum. Hala bağlı ama normal çizgilerde gidiyoruz.
“Issız Kadınlar Sokağı” Doğan Kitap’tan çıktı.
Kadınlara nasıl davranılması gerektiğini anneler mi öğretmeli sizce erkeklere?
Baba iyi örnek oluyorsa korkmaya gerek yok, iyi bir erkek, mazbut ve güncel şartlara uygun bir erkek oğlunu da öyle yetiştirir. Benim çocuklarım da babalarının mutfağa girdiğini gördü, paylaşımlarımızı gördü. O kültürle büyüdüler.
“Türkiye’de kadınların çoğu aşkı yaşamıyor”
Kitapta Emine Bulut’u yazdığınız hikayede “Türk kadını aşktan meşkten çoktan vazgeçti, uygar bir erkek arıyor yalnızca” diyorsunuz. Aşktan vazgeçmek zorunda bırakılmak çok üzücü değil mi?
Kadınların çoğu zaten aşkı yaşamıyor Türkiye’de. Onun için de “Hiç olmazsa aşkı yaşamıyorum, dayağı da yaşamayayım, şiddeti de yaşamayayım” diye düşünebiliyor.
“Issız Kadınlar Sokağı”nda kadınları bekleyen ne var?
“Issız Kadınlar Sokağı”nda kadın kadına bir araya gelip destek olmak var, dertlerini unutmak var. Mekân olarak insanı ferahlatıcı bir yönü var.
Kadınlar o sokaktan geçmedikçe özgürleşemeyecek mi sizce?
Özgürleşmek çok daha farklı bir şey. O sokağa geldi diye özgürleşecek manasına gelmiyor kadın. İnsanın içinde özgürleşme isteği olmalı. Ama gidişat kötü; birazcık başını kaldıran birazcık direnen bir kadın öldürülebiliyor.