11.11.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Ada Muzaffer Bozok'u 17 yaşındayken babası çağırdı ve dedi ki: can.dundar@e-kolay.net Finalde Atatürk'ün yaveri Salih Bozok, Ata'sının öldüğünü anlayınca Dolmabahçe'de boş bir odaya giriyor ve kalbine bir kurşun sıkarak yere devriliyordu.Ancak bu olay, belgeselde Bozok'un ağzından anlatılıyordu.Bazı dikkatli küçük izleyiciler, "Kalbine kurşun sıktıysa, bunu nasıl anlatabildi?" diye soruyorlardı."O kısmı da siz araştırın" diyordum çoğu zaman...Salih Bozok o gün ölmemişti.Sıktığı kurşun kalbini bir-iki milimetrelik bir sapmayla sıyırmış, akciğerini boydan boya delip geçmiş, sırtına saplanıp kalmıştı."Atatürk'e ölesiye bağlılığı" simgeleyen o tek kurşun, yıllar yılı Salih Bozok'un kızının boynunda bir kolye olarak taşınmıştı.Ben kızıyla tanışamadım.Ama küçük oğlu Muzaffer Bozok'la tanıştım; birçok belgeselde ve babasının anılarını derlediğimiz bir kitap üzerinde ("Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor", Doğan Kitap, 2001) onunla birlikte çalıştım.Babasının ve kendisinin 10 Kasım'ını, onun ağzından dinleme şansına kavuştum. Muzaffer Bozok'u önceki haziran ayında kaybettik.Babası Salih Bozok, Suriye cephesinde Atatürk'ün yaveri olmuş ve hayatı boyunca bir gölge gibi onu izlemişti.Ve bu takibe, ölümünden sonra da devam etmek istemişti. 1993 10 Kasım'ında yaptığımız "Sarı Zeybek" belgeselinde birçok insan finaldeki olaya takılmıştı. "Bağlarbaşı'nda bir evimiz vardı bizim... 1921'de orada doğmuşum ben... Babam hep Ankara'da Atatürk'ün yanındaydı. O yüzden babamın kucağına ancak doğduktan altı-yedi ay sonra gitmişim.İnegöl üzerinden o zamanın atlı arabalarıyla gitmişiz Ankara'ya... Babam adımı 'Mustafa Kemal' koymak istemiş; ama Atatürk, 'Bugünlerde birbiri peşisıra zaferler kazanıyoruz. Oğlunun adı "Mustafa Kemal" değil, "Muzaffer Kemal" olsun' demiş.Ama ben yaramaz bir oğlan olmuşum. Akşamları Atatürk 'Getirin bakalım haylazı' dermiş. Beni Köşk'e götürürlermiş. Benimle eğlenirlermiş.Atatürk, 'İsmet Paşa ne yapıyor?' diye sorarmış; ben gülermişim.'Ben ne yapıyorum' diye sorunca da kaşlarımı çatarmışım.Atatürk beni kızdırmak için çimdik atarmış, ben küfredermişim; en galiz küfürlerle...Çok gülerlermiş.Atatürk 'Bu çocuk büyük adam olacak, gözlerinden okuyorum' dermiş. Her şeyi bildi de, bir tek bende yanıldı rahmetli..." Ata'nın kucağındaki çocuk "Babam Rumeli Caddesi'nde bir ev satın almıştı. Biz okuldan dönünce ceketlerimizi atıp o caddede çift kale top oynardık (Şimdi karşıdan karşıya geçmeye korkuyoruz). Bir gün kapı çaldı. Babam Ankara'daydı. Ben kısa pantolonluydum. Kapıyı açtım. Bir baktım; karşımda Atatürk... Şaşırdım. Elini öptüm. 'Muzaffer. Baban evinizi çok methetti. Beni gezdir bakalım' dedi.'Hay hay Paşam, buyurun' dedim.Birinci kata çıktık. Babam o evi bir Almandan almıştı. Adam Alman Elektrik Şirketi'nin müdürüymüş. Bir gün eve geldiğinde karısını kardeşiyle yatarken bulmuş. Çekip tabancayla vurmuş kendini... Kadın da babama evi ucuza (35 bin liraydı galiba) satmış, Türkiye'yi terk etmiş.Fevkalade güzel bir evdi. 10-15 odalı, cadde üstünde; arkada Ahmet Bey sokağına kadar uzanan büyük bir bahçesi vardı; içerde çiçekler, kuşlar, piyano... Kütüphanede Almanca külliyat... Atatürk bu külliyatı gördü. 'Baban ne yapıyor bunları Muzaffer? Almanca bilmez ki o' diye sordu.'Arada bir gelip tozunu alıyor efendim' dedim. Başladı gülmeye...Biraz daha gezdi evi... Halk birikmişti kapıya... Çıktı kapıdan... 'Yaşa var ol' diye bağırdı ahali... Şapkasını çıkardı, halkı selamladı. Gitti.Atatürk'ü en son görüşümdü." Atatürk'le son görüşme "Bir gün üst kattan çıktım, mektebe gideceğim. Bir baktım, babam tıraş oluyor. Daha doğrusu ben tıraş oluyor sandım. 'Baba ben gidiyorum' diye seslendim.'Güle güle yavrum' dedi.Yüzünü bile görmedim.Meğer babam tıraş olmuyormuş. Doktorlara sormuş, 'Kalbime kurşun sıkarsam ne olur, beynime sıkarsam ne olur?' diye... 'Beynine sıkarsan kör olursun, ölme ihtimalin daha az; en iyi ölüm, kalbe sıkılan kurşunla olur' demişler. Babam da o gün tentürdiyot almış. Kalbinde ateş edeceği yeri işaretliyormuş. Eli şaşmasın diye...Ben gittim mektebe... Saat 9'u yirmi geçe idareden çağırdılar. 'Evden seni istiyorlar' dediler.Sokağa çıkar çıkmaz olanları anladım. Çünkü bayraklar yarıya indirilmişti. Evimiz Osmanbey'deydi. Eve geldim.'Babam nerede?' diye sordum.'Şişli Sıhhat Yurdu hastanesinde...' dediler.Hemen anladım tabii... Koşarak gittim. Baktım, babam yatıyor. Kendinde değil.Olup biteni orada öğrendim.Meğer Atatürk'ün ölümünün hemen üzerine gitmiş oraya... Elini öpmüş. Arkadaşları, 'Aman Salih bir şey yapma kendine' demişler.'Yok gayet normalim, görmüyor musunuz?' demiş.İnmiş aşağıya... Sabah tentürdiyotla işaretlediği yere dayamış silahı, çekmiş tetiği... Vurmuş kendini... Tabanca sesi üzerine koşmuşlar. Kanlar içinde hastaneye getirmişler. Aslında intihar edeceğini söylemişti bana... Ama hiç ihtimal vermiyordum; çünkü hayatı severdi, ailesini severdi, neşeli bir insandı, ayrıca da canı, çok kıymetliydi. Bir kere ayağı kırılmıştı da ortalığı ayağa kaldırmıştı; bana kızmıştı yine; sanki ben ittim onu...Ata'mı kaybetmiştim; babamı da kaybetmek üzereydim. Ama babamdan çok Atatürk'e ağlamıştım." "Babamdan çok Atatürk'e ağladım" "1938'de ben 17 yaşındaydım. O zamanlar evde yalnızdım. Atatürk hastaydı. O yüzden babam hep Atatürk'le kalıyor, hiç eve gelmiyordu. Annemleri, ablamları, eniştemleri de Avrupa'ya yollamıştı. Sonra bir gün babam beni Dolmabahçe Sarayı'na davet etti. 'Sana araba yollayacağım, biner gelirsin' dedi.Çok sertti babam. Çok döverdi beni... Çok top düşkünüydüm, mektebim iyi değildi. Arada kaçar, maça giderdim. Kızardı çok... Yine böyle bir şeyi haber aldı, yanına çağırıp dayak atacak diye korktum.Evde giyindim bekliyorum. Kapı çaldı. Resmi üniformalı biri geldi. 'Moskof Ziya' derlermiş. Sarayın şoförüymüş. Boşnak. Bir seferinde ben bir Fenerbahçe maçında buna çarpmıştım. Beni dövecekti, kurtardılar. Babam beni dövmeye onu yolladı sandım.'Saraydan geliyorum. Baban yolladı, seni bekliyorlar' dedi.Çıktım. Kel Ali de (Ali Çetinkaya) arabada... Gittik saraya... Ben korkudan titriyorum ama babam o kadar müşfik karşıladı ki beni, şaşırdım.'Bak Muzaffer' dedi (şimdi anlatırken bile çok duygulanıyorum); 'Artık koca adam oldun' dedi, 'Atatürk ölüyor' dedi.Başladım ağlamaya... Çünkü ben Atatürk'ü hiç ölmez bilirdim kafamda...'Ağlama evladım. Atatürk'ü uyandıracaksın; duyarsa kızar' dedi. 'Ben de sevmem erkeklerin ağlamasını' dedi.'Şunu bil ki' dedi, 'Eğer Atatürk ölürse ben de hayatıma son vereceğim' dedi.Annemlere telgraf çektiğini, bir an önce trenle dönmelerini istediğini söyledi.'Sen artık koca adam oldun. Ailenin erkeği sensin. Annen, ablaların sana emanet. Aileye bakarsın. Oku, memleketine faydalı bir adam ol' dedi.Hiçbir şey söyleyemedim.Yüzümü sakladım.Beni öptü, uğurladı.Döndüm, bitik bir vaziyette..." "Aile sana emanet" "Atatürk'ün cenazesine mekteple gittik. Bize köprü üzerinde bir yer vermişlerdi. O günden hatırladığım, herkesin çok üzgün olduğu, herkesin ağladığıydı. O zamankiler bugünküler gibi değildi; herhalde daha duygulu insanlardı. Babam da çok sertti ama arkadaşlığı, dostluğu çok iyiydi; neşeli, konuşkan bir insandı.Ama intihar hadisesinden sonra neşesini kaybetti. Eskiden titrerdim karşısında; artık korkmaz olmuştum.Bitik bir vaziyetteydi.1941'deki vefatına kadar da öyle devam etti." Atatürk'ten sonra üç yıl yaşayabildi