Pazar“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

11.08.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Sanat hayatındaki 50’nci yılını kutlayan Salih Güney 68 yaşında ama yakışıklılığından bir şey kaybetmemiş. Güney’le bir araya geldiğimde arkeoloji çalışmalarından Yeşilçam günlerine kadar birçok şey hakkında uzun uzun konuştuk. Hollywood’un kapısından dönen Güney “İngilizcem iyi değildi. 25 yaşındaydım. O zaman şimdiki İngilizcem olsaydı Richard Gere gibi olurdum” diyor

“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

Ayakkabılar elde, suya girdik... Şahane bir Bodrum akşamı. Suyun içinde, 300 metre kadar ileride Tavşan Adası. Ya da antik kent Myndos.
Yerli yabancı turistler suda atılan ağır adımlarla adaya yürüyor. Yanımda yılların aktörü Salih Güney, karşımda deneyimli fotomuhabiri Ercan Arslan ve elinde objektifi... Tabii ki bütün gözler üzerimizde. Salih Güney’i genci yaşlısı herkes tanıyor. Bir kadın fotoğraf çektirmek için ısrar ediyor, “Çocukluk aşkımdınız. Bu fotoğrafla kocamı kıskandıracağım” diyerek...
Salih Güney ilerlemiş yaşına rağmen yakışıklılığından bir şey kaybetmemiş.
Bir insanda “star ışığı” varsa sönmüyor demek. Kamerayı ve hayranlarını görünce daha bir parlayan deniz mavisi gözleri devamlı etrafı tarıyor, oraların ev sahibi edasıyla.

Haksız da değil...
Burada son birkaç yılda yapılan kazılar sonrasında topraktan resmen tarih fışkırıyor. Roma dönemine ait, 2 bin-2 bin 500 yıllık yazıtlar, tapınak ve mezar kalıntıları bölgenin tarihini adeta yeniden yazmış. Adanın ev sahipleri olan tavşanlar kazı çalışmaları dolayısıyla buradan taşınmıştı. Geçtiğimiz günlerde, tavşanları evlerine geri getirmek ve adayı tarihle doğanın iç içe olduğu bir ‘arkeopark’a çevirmek adına, Salih Güney ve beraberindekiler adaya 5 yabani tavşan bıraktılar.
Sanatçı Salih Güney 15 yıldır, Bodrum Gümüşlük’te, Myndos Adası’na bakarak ve tarihi içine çekerek yaşıyor. Arkeoloji onun için 16 yaşında, daha konservatuardayken içine düşen bir ateş. Öğrenciyken her yıl gittiği Bergama Festivali yolu üzerinde uğranan Hierapolis, Afrodisias, kelimelere sığdıramayacağı bir tutkuyu filizlemiş kalbinde. Aktör, o günlerden bu yana
her tatilini tarihi bölgelerde geçirip turlar düzenlemiş.
Üst bedeni bizden çalınıp da dünyanın en ünlü müzelerinde sergilenen Herkül heykelinin yurda dönmesi için gösterdiği çabayı belki biliyorsunuz. Heykelin alt bedenini Perge’deki kazılarda bulan merhum arkeolog Prof. Jale İnan’la kader birliği yapan Güney, çalınan tarihimizi geri getirmek için olağanüstü mücadele vermişti. kulturvarliklariyerindeguzeldir.com sitesinde bir kültür ve tarih neferi olarak çalışmasını sürdürüyor. Evi olan Gümüşlük, bakir görüntüsünü her geçen gün kaybederken Güney, sit alanını işgal edip otopark yapan işletmelerin “belası” olmuş. Onları belediyeye şikayet ediyor. Ama nafile. Rant sözkonusu olunca kimse sit mit dinlemiyor.
Salih Güney’le bir kafede oturup konuşuyor, sonra etrafı geziyoruz. Çok nazik, devamlı bir şeyler ikram etmek istiyor. Kadın masaya döndüğündü ayağa kalkma nezaketini bilen ya da hatırlayan çok erkek yok artık...
Yeşilçam’ın bu ünlü ismi, beyaz perde sayfasını şimdilik kapatmış gibi görünse de sanat hayatının 50’nci yılı dolayısıyla arşivi ve özel anılarının yer alacağı bir kitap çıkarmaya hazırlanıyor.
Heyecanla konuşan dimdik duran 68 yaşındaki bu adama baktıkça düşünürken buluyorum kendimi... İşleyen demir ışıldıyor gerçekten. Sadece spor vs.’den bahsetmiyorum. Tutku lazım. Tutkuyla bağlanıp uğruna savaşacağımız şeyler. Salih Güney tutkularıyla genç yaşta tanışmış, onlara yenilerini eklemiş.
Türk sinemasından anılarını anlattığı bir sohbetten izlenimlerle, hepinize iyi pazarlar. Geçmiş bayramınız kutlu olsun.

Haberin Devamı

İyi bayramlar, Salih Bey.

Benim için buruk bir bayram bu yıl. 5 Ağustos Atatürk’ün Başkomutan seçildiği gün, Türk ordusunun Genelkurmay başkanının mahkum edildiği gün oldu. Eskiden Türk sinemasının yıldızları olarak ben, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Çocuk Esirgeme Kurumu’na giderek çocuklara hediye ve şeker verir, onları sevindirirdik. Şimdi artık bu ruh pek kalmadı.

Tiyatrodan yetişme, yılların sinema sanatçısısınız. Neden beyaz perdede ve televizyonda göremiyoruz artık sizi?

Halk beni gerçekten seviyor herkes soruyor, “Niye yoksun?” diyor. Yalnız benim yaşım icabı da değil; mesela Müjde Ar’ın en güzel yılları, Hülya Avşar da oyunculuğu öğrendi artık, Rutkay’ın da, Müjdat’ın da en güzel yılları. Şimdi bizim artık hoca gibi oynayacağımız zaman. Çocukların bizden öğreneceği çok şey var.

Haberin Devamı

“Neredeyse okulu bırakıp gemici olacaktım”

Bildiğim kadarıyla en son 2009’da “Bu Kalp Seni Unutur mu?” ile ekrandaydınız değil mi?

17 bölüm sürdü. Bir yerde tıkanıyor çünkü senarist 90 dakika yazmak mecburiyetinde. Ayrıca çalışma saatleri çok zor. 6 saat beklediğim oldu o dizide. Yani biz Hale’yle 60 yaşı geçmiş oyuncularız, yüzümüz yorulur bir müddet sonra.
O heyecanla, o duygularla gelmişim. Hazırım, kamera karşısına geçeceğim. Şimdi sen beni 5-6 saat bekletirsen, ben zaten yaptığım işten zevk duyamam yani.

En sondan en başa dönelim. Az daha oyuncu olmadan oyunculuğu bırakacakmışsınız. Konservatuarı terk etmişsiniz son sınıfta. Neden?

Dediler ki “Delirdin mi?” “Benim önümde o kadar büyük oyuncular var ki” dedim. Beklan Algan, Kartal Tibet var. Zafer Ergin, Yıldırım Önal var. Ben ne zaman mezun olacağım da bana rol gelecek. Ben bu kadar uzun süre bekleyemem dedim. Oyunculuğu istemedim.

Ne yapacaktınız?

Yurt dışına çıkmayı düşünüyordum. Ülke bana çok anlamsız geliyordu. Sene 1961-62. Darbeden sonraki yıllar. Çok iyi bir tiyatro eleştirmeni vardı. Ne yaptığımı sorunca “Okulu bıraktım, belki gemici olacağım” dedim. “Aa” dedi, “Sen çok iyi bir aktördün. Bak, bu akşam ‘Şahane Züğürtler’ oynuyor Haldun Dormen’in. Gel, seyret.” Buluştuk.
Ses Tiyatrosu’na bir girdim, “of, bu ne ya” dedim. 19 yaşındayım. Gerçek tiyatroyu görüyorum. Fransız tiyatrosu. Oyunu bir seyrettim; Haldun Dormen, Ayfer Feray, Nisa Serezli, Başar Sabuncu, Erol Keskin... Acayip bir kadro. Muhteşem bir konu. Çarla Çariçe, çok asil bir aile, parasızlıktan bir burjuvanın yanında hizmetçilik ediyor. Kulis inanılmaz. Haldun Dormen, robdöşambır, çiçekler... İnanılmaz bir renk var, canlılık var. Haldun’la tanıştırıldım. “Bir tiyatronun sanat yönetmenliğini aldım. ‘La Ronde’ diye bir oyun var... Orada Alfred rolü var, oynamanı isterim” dedi. Ayda 1000 lira. İnanılmaz bir para! Haldun’un sayesinde tiyatro sahnesine çıkmış oldum. Çok tuttu. 350-370 temsil oynadık.

Haberin Devamı

Nasıl tepki aldınız?

O zamana göre kritikler çok güzel yazılar yazdılar. Dediler ki “Ankara’dan bir oyuncu geldi. Bütün abileri gelsin de oyuncu seyretsin” diye... Mütevazı olamıyorum ama kusura bakmayın gerçekler bu.

En çok sevdiğiniz rolünüz hangisi peki?

Ben inan bir rolü sevmeden oynamam Defne. Hoşuma gitmesi lazım. E bir yandan da paraya ihtiyacım var. 19 yaşındaki gencin sürekli paraya ihtiyacı var. Sinemada mesela kötü adam rolleri oynadım, küçük küçük roller. Ama tabii filmi kötü oyuncu götürür. En büyük aktörler kötüyü oynar.
Al Pacino’sundan Robert de Niro’suna kadar...

Haberin Devamı

“Tiyatroya çok erken yaşta son verdim”

Amerikan yapımı “You Can’t Win’em All” da Tony Curtis ve Charles Bronson gibi dev isimlerle oynadınız. Yaşınız genç, tipiniz müsait. Hollywood bir seçenek niye olmadı?

33 milyon dolar harcandı o zamanki parayla, dev bir prodüksiyondu. Kızım doğdu o tarihte. Bir de İngilizcem iyi değildi. 25 yaşındaydım, o zaman şimdiki İngilizcem olsaydı eğer, bambaşka bir yerde olurdum. Richard Gere gibi olurdum. Amerika’nın beş büyük prodüktöründen biriyle bayağı arkadaş oldum. Kaliforniya’da görüştük. Ama İngilizcem yeterli değildi.

Beyaz perdeyi özlüyor musunuz?

İnsan özlüyor. Tiyatroyu da çok erken yaşta, 25’te bıraktım. Sanatımı başka konulara yönlendirerek kendi ruhsal dünyamı renkli tutmaya çalışıyorum. Resim de çalıştım. Ama bu kendimi kandırmak olur. Muhteşem ressamlarımız var dünyada. Benimki rehabilitasyon.
Bir ara fotoğraf çekiyordum. Fotoğraf sanatını biraz ilerlettim ama onda da çok iyiler var. Tiyatro yapamıyorum, sinema yapamıyorum, televizyon yok. Birazcık üzüyor. Çocukluğumdan beri alıştığım şey elimden alınmış gibi.

Haberin Devamı

“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

“Etrafımda benim jenerasyonumdan insanlara baktığımda ‘gayet iyiyim’ diyorum.”

“Bana ‘Abi sen efsanesin, farkında değilsin’ diyorlar”

Sanat hayatında 50’nci yılınız için bir kitap hazırlığınız var. Neler olacak içinde?

Antalya Altın Portakal’da Yaşam Boyu Onur Ödülü verdiler, eksik olmasınlar. Bir de güzel bir kitapçık hazırladılar benimle ilgili. Yazar, çok kaliteli, Sorbonne mezunu birisi. Çok iyi iş çıkarmış. Dedi ki biraz daha büyütelim bir kitap yapalım.
Bir de filmlerimden 30-35’er saniyelik sahnelerden kolaj yapıp koyacağım.
Seyirci sıkılmayacak çünkü ben her rolümü değişik oynamış bir aktörüm. Aktörlüğü aslında benden öğrenmeleri lazım. Ben öyle küçük rolmüş, büyük rolmüş, kötü rolmüş, hiç bakmam. Hoşuma giden her rolü oynarım. Kim olursa olsun karşımda. Ve de kolaysa benimle oynamak alkışlarım.

İddialısınız...

Öyleyim. Her rolümü farklı oynarım. Benim gibi eline Shakespeare alıp oynamış kaç aktör var Allah aşkına?
Gel oynayalım seninle “Hamlet”, “Üç Silahşörler”, “Spartacus”ü mesela. Çünkü ben akademik kariyerle geldim. Benim hocam Cüneyt Gökçer’di.

Markanızı değerlendirmek adına başka girişim olacak mı?

Düşünmedim ama kardeşim “Parfüm yap, ismini koy” diyorlar. Bütün çocuklar diyor, “Abi sen farkında değilsin. Efsanesin sen.” Markayım
ama bunun değerlendirilmesi için bir organizasyon lazım.

“Kadınlar beni hiç rahat bırakmadı, ben de çok memnundum”

“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

Yakışıklılık bir lütuf mu, başa bela mı? Nasıl tarif edersiniz?

Yani ikisinin arasında. Bıçak sırtı gibi bir soru. Yabancı ülkelerde de yakışıklısın filan denildiğinde, o zaman “ben fena değilim” diyorsun kendine. Tabii ki avantajları var. Yurt dışında çok fazla kompleks olmuyor çünkü gerçekten çok hoş, çok yakışıklı erkekler olduğu gibi çok güzel kadınlar da var. Ve kültürlerinden dolayı herhangi bir kıskançlık da yok. Burada ben bir kıza baktığımda adam der ki “Niye bakıyorsun?!” Burada mesela bela bile olabilir yakışıklılık. Bunu yalnız benim için değil tüm yakışıklı çocuklar için söylüyorum.

Siz bir restorana girdiğinizde kadınlar o kadar ilgi gösterirlermiş ki, yemek yemek bile sorun olurmuş sizin için...

Yani öyle olaylar var ama ben pek farkına varmazdım. Kardeşim Devlet Tiyatrosu oyuncusudur, arkadaşlarım falan, onlar farkında olur, söylerlerdi. Ben otururken etraf kaynıyor. Arkamda fotoğraf çekmek için hazırlananlar filan. İşte “Nasıl gideriz yanına?” diyenler, saçlarını düzeltenler... “Herhangi bir yere girdiğin zaman, bir anda kızlara bir şey oluyor abi” derlerdi. Bir enerji veriyordum belki bilmiyorum. Kadınlar beni rahat bırakmadı. Ben de çok memnundum.

Çapkın mıydınız?

Esasında biliyorsun kadınlar çapkındır. Dünyanın en yakışıklı erkeği ol, paran da olsun, kadın erkeği arzulamadıktan sonra istersen yerlere altınlar saç, hava. Bu işe kadın karar verir. Kadın hissettirir erkeğe. O da zanneder ki ben tavladım. Erkek hovardadır. Jestler yapar.

“Hiçbir şey yapmadan yılda 100 bin dolar kazanıyorum”

68 yaşındasınız. Ve hâlâ yakışıklısınız. Geçen yıllarla ruhen başa çıkmakta zorlandınız mı?

Her gün aynaya baktığın için yaşlanmıyor gibi görüyorsun kendini.
Bir bakıyorsun çocuklar büyüyor, “Aa” diyorsun o zaman, “ben yaşlanmışım”. Değişiyoruz tabii. Saçlar eski gürlüğünü kaybediyor. Ciltte ister istemez yorgunluk ve çizgiler oluyor. Ama tabii her yaşın kendine özgü bir güzelliği olduğu için Tanrı’ya şükrediyorum. Etrafımda, benim jenerasyonumdaki insanlara baktığım zaman diyorum ki “gayet iyiyim”. Aşırı kilom yok, sporumu yapıyorum.

Nasıl bakıyorsunuz kendinize?

Yıllardır bitkisel destek alıyorum. Ben Amerika’dan döndüğümde biraz kiloluydum. Bitkisel bir ürünün distribütörü olduk o zamanki Amerikalı eşimle. Piramit sistemi olduğu için altımdaki organizasyon büyüdükçe oradan para da kazanmaya başladım.
10-20-30 bin derken derken, şimdi yılda 100 bin dolar kazanıyorum hiçbir şey yapmadan. 84’ten beri bu tabletleri kullanıyorum. Ama ağız tadımı da unutmuyorum, yanlış anlama.
Üç-dört kilo fazlam var sadece.

Sabah kalktığınızda ne yer ne içersiniz?

Bir tane yumurta yerim sabahları, çok severim. Ben tabii tek başıma olduğum için sıkılıyorum. Kalkar kalkmaz sütlü Nescafe, bisküvi. İki tane vitamin mineral. 1 salkım üzüm, böyle... Biraz acıkınca Etimek üstüne peynir sürüyorum. Bekar olunca...

Yaptığınız sporlar?

Ferdi sporların hepsini yapıyorum. At biniyorum, kano,
su altı, su kayağı, su üstü. Yürüyüş. Evin arkasında güzel bir parkurum var. 1.5 kilometre yürüyorum her sabah. Uzun yüzüyorum. Girdiğimde 30-35 dakika kalıyorum en az. Cildin o iyot, tuz ve fosforu içine alması için bu lazım.

Ne kadar zamandır bekarsınız?

10 yılı geçti. Alıştım. Evliliklerim en fazla üç yıl sürdü zaten. İlki 24 yaşındayken. 25 yaşında baba oldum. İki kızım var. Ebru ve Banu. Ebru büyük olan. Banu küçük. İkisi de evliler şimdi. İlk evliliği nasıl yaptım bilmiyorum. İki sene sonra ayrıldım. Hemen akabinde ikinci eşimle evlilik yaptım. Banu doğdu. 10 yıl bekar kaldım. Amerika’ya gittim. Ebru’yu Amerika’da okuttum. Arada Amerikalı bir eşim oldu, orada kalışımızı kolaylaştırmak için. Sonra Uludağ’da biriyle tanıştım. Onun da bir oğlu vardı. 98’de onunla son evlilik. 13 ay evli kaldım. 18 ay sürdü mahkemem. 4 evlilik. Yüz binlerce liram gitti tabii, evler, arabalar.

“Şimdiki aklım olsa hiç evlenmezdim”

Bir daha yaşama imkanı olsa kesinlikle yapmazdım diyeceğiniz üç şey ne?

Şimdiki aklım olsa evliliklerimi yapmazdım, bu bir. İngilizce’yi daha erken yaşta öğrenirdim. Cezasını çok çektim. Yaşamımdaki en büyük kayıp.

Üçüncü pişmanlık? Erotik filmler olabilir mi?

Olabilir. Ama inan bana öyle açık değildi benim erotik filmlerim. Kadınlar biraz daha açıktılar. Ben erkek olarak hiçbir zaman tamamen çıplak olmadım. Ama kamera o kadar oynak ki kadının bacağını şuraya koyarsın külotun görünmez, zannedersin ki anadan doğma. Galiba bir filmde çamaşırımı çıkardım. Yönetmen çok rica etti. “Kalçanın yan kısmının görünmesi lazım. Yukarıdan çekeceğim için herhangi bir çirkinlik yok” dedi. Kadın oyuncu ya Seyyal Taner ya Mine Mutlu filandı.

Ülkü Erakalın’la yaptığım röportajda “Biz erotik ve konulu film çektik, başkaları araya parça koydu” dedi...

Bilmiyorum benim filmlerimde var mıydı. Beş-altı tane erotik filmim var. Ben o tarihlerde askerdim. Darbe hazırlıkları zamanları, 75 dönemi. En tehlikeli zamanlar. Zaten bir erotik film furyası var. Bir an evvel birkaç kuruş para alıp kaçayım bu ülkeden derdindeyim. Askerliğimi jandarma yaptım, darbe olacağını hissediyorduk. Ben de mecburen üç-beş film çektim, kaçtım gittim sonra.

İyi para kazandınız mı?

Muhakkak tabii. Çok iyi kazandık. Gerçi bizim bir ayda kazandığımızı şimdi bu yeni jenerasyon bir haftada kazanıyor televizyonda. O zamanki şartlara göre ama yine de büyük para sayılır. 25 bin liraya kadar çıkmıştım mesela.

Ne yapılabiliyordu 25 bin lirayla?

5 bin liraya Tophane’de nargile içilen dükkanlar var ya, onlardan birini alabiliyordun. İki dükkan alsan
10 bin lira. Şimdi o dükkanların bir tanesi 10 bin lira kira getiriyor.

Normal filmden ne kadar alırdınız peki?

Hepsinden aynı parayı aldım. İlk işte 10 binle başladım. Uzun yıllar 15 binle gittim. Türkan 30 bin alıyordu. Cüneyt 20-25 olmuştu. İzzet Günay 20 bin olmuştu. Kartal (Tibet), Ediz Hun 20-25’ler. Fikret (Hakan) abi 30 bine çıktı. Rahmetli Ekrem (Bora) abi 20-25’de kaldı.

“İngilizcem iyi olsaydı Richard Gere olurdum”

“Hülya Avşar ilk iki filmini benimle çekti.”

“Kamera önünde ihtirasla öpersen kızın dudakları kaybolur gider”

Türk sinemasında en sevdiğiniz isimler kim?

Hepsi beni çok sever. Türkan, Hülya, Fatma, Filiz... Ondan sonraki jenerasyon, Ahu, Banu, Serpil. Onlar da beni çok severler. Hülya Avşar biliyorsunuz ilk iki filmini benle çekti. Müjde Ar tabii can. “Aşk-ı Memnu”da...

Birçok kadın oyuncu ilk kamera tecrübesini sizinle yaşamış.

Benimle ilk oyununu oynayan çok oldu. Mesela Deniz Gökçer. Hülya, Müjde... Sibel Can ilk dizisini benle çekti... Gülşen Bubikoğlu, fotoroman dönenimde. Hepsini 19 yaşından beri tanıyorum. Ne kamerayı tanıyorlardı, ne ışığı. Öpüşmeyi bilmiyorlardı mesela. Hülya Avşar dahil Türk sinemasındaki çoğu kadın oyuncuya kamere önünde öpüşmeyi ben öğrettim. Çünkü sinemadaki ile gerçek hayattaki öpüşme çok farklıdır.

Neden kamera önündeki öpüşme farklı?

Normalde ihtiras, arzu saklı öpüşmede. O duygular kendini tamamen koyverebilir. Ama sinemada koyverme şansın yok bir kere. Durumdasın. İhtirasla heyecanla öpmeye kalkarsan kızın dudakları kaybolur gider. Hem ihtirası vereceksin, hem de dudaklar görünecek, burunlar da deforme olmayacak. O ayrı bir teknik. Ben oyuncu arkdaşlarımı çok rahat ettirirdim. Hepsi beni severler sayarlar. Sete geldiğimde şekerler, tatlılar, çikolatalar dağıttırırdım, ağız tadıyla başlayalım çekime diye.

“Yenilerden Meryem Uzerli’yi beğenirdim, çok iyi bir oyuncuydu. Kız gitti, yazık oldu”

Türk sinemasının yeni dönemi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bunun referansı Variety’dir. Dünyada hangi film hasılat yapmış gösterir, ilk 10’a ilk 100’e kadar iner bizdeki reyting gibi. Ben bizim sinemayı öyle bir listede görmedim. Türkiye Box Office diye bir şey yok yani lütfen. Komik oluyorlar.

Para verip alıyorlar dizilerimizi Ortadoğu’dan...

O olabilir. Yani istenen de o.
Zaten futbol olarak da önümüzdeki yıl Arap Ligi’nde oynayacağız zaten. Fenerbahçe, Beşiktaş filan. Çok
üzücü tabii.

Yeni dönemden kimleri beğeniyorsunuz?

Valla Türkiye’de çok önemli oyuncular var. Şimdi bu jenerasyondan da çok güzel oyuncular çıkıyor. Levent Üzümcü çok iyi bir oyuncu, Bülent İnal çok iyi bir oyuncu, Okan Yalabık çok iyi bir oyuncu, “Muhteşem Süleyman”da oynayan herkes harika. Halit Ergenç o da harika. “Yalan Dünya”nın bütün kadrosu. Yani hepsi yurt dışında, hepsi her yerde oynayabilecek oyuncular.

Kadın oyunculardan?

Meryem Uzerli çok iyi bir oyuncuydu. Kız gitti, yazık oldu.

Peki siz özellikle 1975’teki “Aşk-ı Memnu”nun Behlül’üydünüz. Kıvanç Tatlıtuğ’u nasıl buldunuz?

Yani çok spekülasyon yapıldı Kıvanç’la benim hakkında. Bir gün televizyon açık, tesadüfen “Aşk-ı Memnu”da düğün sahnesi var. Herkes çok şık. Kıvanç geline göz kırptı. Yani ben irrite oldum. Hiçbir şekilde göz kırpılmaz. Yakışmaz. Behlül karakteri de böyle bir karakter değil. Dolayısıyla ben ona da bulmadım kabahati, yönetmene buldum. Dedim bu çocuk genç. Atlayabilir. Behlül öyle bir insan değil. Çok zor bir roldür o. Bıçak sırtı dediğimiz rollerdendir. Biraz fazla kaçırırsan züppe, snob, şımarık, kendini beğenmiş olursun. Öbür türlü şehvet, aşırı cinsellik, ahlaksızlık...
Ama bir asalet de var.

“Bakan olmuşsun, en azından bir uğra, bir merhaba de”

“Ertuğrul Günay kendini gerçekten çok arattırıyor. En son kanıtı şu. Türkiye’de yılda bir defa arkeolojik sempozyum yapılıyor. Bu sene Muğla’daydı. Bütün Türkiye’nin en büyük kazı başkanları, bütün profesörlerimiz, hocalarımız oradaydı... Yurt dışından basın ve arkeolojinin çok önemli isimleri vardı. Gözler şimdiki Kültür Bakanı Ömer Çelik’i aradı. Ama yok. Yani gerçekten çok şaşırtıcı bir durum. Bu, yılda bir defa oluyor. İlk defa gelmişsin, bakan olmuşsun. İnsan en azından bir uğrar, ‘Merhaba’ der, değil mi.”